tek ihtiyacım buysa belki bugünlerde. arkama yaslanıp, ayaklarımı uzatıp, kimseyi düşünmeden, kimseyi özlemeden, sadece nefesimin sesini duyarak durabilmekse...
7 nisan'da babam gitti. hiçbir şey diyemeden, vedalaşamadan hop diye gitti. kalakaldım öyle arkasından. en zor gün müydü belki 8'i? elimde babamın saati, saniyelerin saat olup bitmek bilmediği gün oldu o gün. geçmeyecek sandım, geçti. zor geçti. sonra ne oldu, günler geçti. acıyı hafifletmiyor hiçbir şey ama dostların varlığı iyi geliyor insana. hele ki kendini saklamadığın dostların varsa yanında. anlatabiliyorsun onlara deli deli düşüncelerini. işte arıyorsun mesela birini "napıyorsun" diye sorunca "deliriyorum galiba" diyorsun. "elimde mezarlıktan aldığım bir kozalak kaybedersem babam gidecek gibi" diyor ağlıyorsun. teselli ediyor karşıdaki dost ya çünkü, yanında ya her halinle "tut kozalağı" diyor, "hazır olunca evde güvenli bir yere koyar, kaybetmezsin, nasıl iyi hissedeceksen öyle" diyor. sözleşiliyor sonra telefonda babamın şerefine burgazada'da rakı için. sonra işte. hafta geçiyor, ay geçiyor. ağlamalar azalıyor. babam zaten gitmemiş gibi. annemi arıyorum, telefon meşgul "dur babamı arayayım" diye geçiriyorum içimden aynı gün 3 kez. kalıyor öyle elim telefonda. o gün de geçiyor işte... geçiyor bi şekilde.
sonra işte bi sabah telefon çalıyor. "bahadır'ı duydun mu?" diyor. "karabük korsanları" geliyor aklıma ilk, sonra diyorum sabahın körü. "hastane" diyor, "yoğun bakım" diyor "git"diyor. gidiyorum, geçmeyen zaman yeri oluyor hastane. umut olsun diyorsun, iyi bir şey duyayım diyorsun, babanı arayıp anlatayım diyosun. yok işte. olmayınca olmuyor. sonrası derin mi derin acılar, nerene koyacağını bilemediğin öfkeler.
çok oluyor yani. geçmeyen 8 nisan gününün tekrarını yaşıyorsun 10 mayıs'ta. anneler günü ya hem 10 mayıs, anlatamıyorsun fatma anneye onu. elini tutuyorsun anca işte. bi işe yarayacakmış gibi. sonra dostlarını görüyorsun, bir olmak biraz iyi mi geliyor sanki... o gün de geçiyor, delik deşik gibi için bir şekilde. sonra yıllardır görmediğin bir dostu görüyorsun "insan dostlarıyla dayanıyor" diyor. "dostları ölünce ne oluyor peki" diyorsun, susuluyor.
işte o suskunluğun yanına nefes gerekiyor. susmana aldırış etmeden yanında duracak insanlar gerekiyor sonra.
öyle işte.
velhasıl gitmeselerdi iyiydi...
Köşe Yastığı
Hayır kırlent degil, köse yastıgı. dut gibi bişi...
18 Mayıs 2015 Pazartesi
21 Aralık 2014 Pazar
dönüş mü acep?
bi seneyi geçmiş yazmayalı. oysa ne çok seviyorum burayı... geri dönüyorum galiba..
hayırlısı
hayırlısı
8 Mayıs 2013 Çarşamba
Napıyor bu küçük kara balıklar?
Eylül'de başladım küçük kara balıklara rehberlik etmeye. Bazıları büyüdü, Engin denizlere açılma vakitleri yaklaşıyor. İçim buruk ama bir yanım da çok mutlu. O kadar hazırlar ki ve o kadar şaşırtıcı yerlerde gösteriyorlar ki farklı bakış açılarını, algılayışlarnı.
Çok daha detaylı bir yazı yazacağım montessori ve küçük kara balıklar ilgili. Şimdilik sadece bu videoyu koyup ağzınıza bir parmak bal çalayım:)
27 Mart 2013 Çarşamba
daha sade bir hayat
Yazdan kalma bir kitap... Son 7 aydır hayatımın akışında oluşan değişiklikleri sindirmemde epey yardımcı oldu bu kitap. Ne oldu bu 7 ayda? Öncesinde aldığım eğitimin ardından montessori eğitmeni oldum. Birden düzenli, sade, ve kendi hızında (oraya buraya koşturmayan) bir hayatım oldu. Geçiş sürecini saymazsak işle gelen bu dinginliğin hayatımın her alanına yansıdığını söyleyebilirim.
Sadeliğin dinginliğe nasıl yardımcı olduğunu uyguladıkça anlıyor insan. Tabii bu uygulamanın kötü yanları yok değil. Kitabı ilk okuduğum zaman sadeleşme hevesiyle elden çıkarttığım bir çok eşyam hakkında sık sık "yaaa, onu da mı vermişim, şu hırkam nerde" cümlelerini kurar oldum. Yazın gelmesinden çok korkuyorum gerçekten.:)
Kitap aslında anne-babalara yönelik. Onların hayatını sadeleştirmeye, sadeleşmenin çocuklar üzerindeki etkilerini anlatıyor ancak çocuksuzların da kitaptan alabileceği tonla şey var:)
Neyse, altını çizdiğim yerlere göz atarken bir kısmını da buraya yazmak istedim...
Kitaptan kalanlar:
Hayatı sadeleştirdiğinizde evrenin kuralları da daha sade olur. (Henry David Thoreau)
Hepimizin çok yoğun bir hayatı var; bize kaçınılmaz görünen aktivitelerle, acil durumlarla ve zorunluluklarla dopdolu. Nefes almak için zaman yok, sorunun nedenini bulmak için zaman yok. (Sarah Susanka)
Toplumumuz, "çok fazla" şeyin yarattığı baskıyla, çocukluk dönemine karşı, ilan edilmemiş bir savaşı sürdürüyor.
Günlük hayatımızın hızı, çocukluk dönemine özgü hızla uyumlu değil.
Çocukluk döneminin kendşne has, gizemli bir tarafı ve bir hzıı vardır. Çocuklarımızdan hızlı bir dünyaya "ayak uydurmalarını" isterken farkında olmadan onlara zarar veriyoruz. Gittikçe daha karmaşıklaşan bir hale gelen bu dünyada yollarını bulabilmek için ihtiyaç duydukları huzur ve dayanıklılıktan onları mahrum bırakıyoruz.
Anne baba olmanın en zor tarafı, çocuklarımızla ilgili korkularımızın, umutlarımıza ağır basmasına izin vermemektir.
Sadeleştirme, dikkatimizi dağıtıp karışıklık yaratarak çocuğumuzla ilişkimizi zedeleyen şeylerden kurtulmaktır.
Evimiz ve ailemiz, anlayışla karşılandığıöız ve dengemizi bulabildiğimiz yerdir.
Çocuğunuzun şefkate en az ihtiyaç duyar gibi gözüktüğü zamanlar, aslında en fazla ihtiyaç duyduğu zamanlardır.
Yaratıcılık nesnelerde değildir; çocukların hayal kurmalarını, harekete geçmelerini ve tasarlamalarını sağlayan şey esnekliktir.
Can sıkıntısını bir armağan olarak kabul edin. Sigmund Freud, can sıkıntısını "öğrenmenin habercisi" olarak değerlendirmiştir.
Hiç ara veremeyen bir çocuğun içsel aktivitelere, yaşadıklarını zihinde işlemey fırsatı olmaz. Yaptığı aktiviteleri, kendinden bir şey katarak değerlendirme şansı da olmaz; istek, hayalgücü ve üzerine düşünmek gibi. Ara vermeyince beklentide olmal mümkün değildir.
Sıradanlığı kabul etmek insanı özgürleştirir!
Sıradanlığı tam anlamıyla takdir edebilmek sıra dışı bir armağandır.
Ne kadar çok konuşursanız, o kadar az dinliyorsunuz demektir.
Popüler kültürün, rekabetin ve tüketimin ısrarlı gürültüsü biraz azaltıldığında, her şey daha sakinleşir. Bir şarkıcının kendi sesini duyabilmek için ortamdaki gürültüleri kesmesi gibi, sadeleştirme de bir ailenin değerlerine, onları tanımlayan şeylere göre ayarlamasıdır. Gürültü ortadan kalkınca duyduğunuz ses kendi sesinizdir.
evinizi şöyle hayal edin...
. zamanın daha yavaş aktığı bir yer olarak,
. daha az kalabalık ve görsel anlamda daha rahatlatıcı bir yer olarak,
. dikkatinizi dağıtan şeyleri sınırlandırmaya ve çok fazla, çok hızlı ve çok acil şeylere hayır demeye başlayınca, daha fazla huzur bulduğunuz bir yer olarak,
. huzur ve güven duygusunun hissedildiği bir yer olarak,
. gösterdiğiniz özen, koruyuculuk ve takdir sayesinde sevdiklerinizin çok iyi bildikleri bir yer olarak.
Sadeliğin dinginliğe nasıl yardımcı olduğunu uyguladıkça anlıyor insan. Tabii bu uygulamanın kötü yanları yok değil. Kitabı ilk okuduğum zaman sadeleşme hevesiyle elden çıkarttığım bir çok eşyam hakkında sık sık "yaaa, onu da mı vermişim, şu hırkam nerde" cümlelerini kurar oldum. Yazın gelmesinden çok korkuyorum gerçekten.:)
Kitap aslında anne-babalara yönelik. Onların hayatını sadeleştirmeye, sadeleşmenin çocuklar üzerindeki etkilerini anlatıyor ancak çocuksuzların da kitaptan alabileceği tonla şey var:)
Neyse, altını çizdiğim yerlere göz atarken bir kısmını da buraya yazmak istedim...
Kitaptan kalanlar:
Hayatı sadeleştirdiğinizde evrenin kuralları da daha sade olur. (Henry David Thoreau)
Hepimizin çok yoğun bir hayatı var; bize kaçınılmaz görünen aktivitelerle, acil durumlarla ve zorunluluklarla dopdolu. Nefes almak için zaman yok, sorunun nedenini bulmak için zaman yok. (Sarah Susanka)
Toplumumuz, "çok fazla" şeyin yarattığı baskıyla, çocukluk dönemine karşı, ilan edilmemiş bir savaşı sürdürüyor.
Günlük hayatımızın hızı, çocukluk dönemine özgü hızla uyumlu değil.
Çocukluk döneminin kendşne has, gizemli bir tarafı ve bir hzıı vardır. Çocuklarımızdan hızlı bir dünyaya "ayak uydurmalarını" isterken farkında olmadan onlara zarar veriyoruz. Gittikçe daha karmaşıklaşan bir hale gelen bu dünyada yollarını bulabilmek için ihtiyaç duydukları huzur ve dayanıklılıktan onları mahrum bırakıyoruz.
Anne baba olmanın en zor tarafı, çocuklarımızla ilgili korkularımızın, umutlarımıza ağır basmasına izin vermemektir.
Sadeleştirme, dikkatimizi dağıtıp karışıklık yaratarak çocuğumuzla ilişkimizi zedeleyen şeylerden kurtulmaktır.
Evimiz ve ailemiz, anlayışla karşılandığıöız ve dengemizi bulabildiğimiz yerdir.
Çocuğunuzun şefkate en az ihtiyaç duyar gibi gözüktüğü zamanlar, aslında en fazla ihtiyaç duyduğu zamanlardır.
Yaratıcılık nesnelerde değildir; çocukların hayal kurmalarını, harekete geçmelerini ve tasarlamalarını sağlayan şey esnekliktir.
Can sıkıntısını bir armağan olarak kabul edin. Sigmund Freud, can sıkıntısını "öğrenmenin habercisi" olarak değerlendirmiştir.
Hiç ara veremeyen bir çocuğun içsel aktivitelere, yaşadıklarını zihinde işlemey fırsatı olmaz. Yaptığı aktiviteleri, kendinden bir şey katarak değerlendirme şansı da olmaz; istek, hayalgücü ve üzerine düşünmek gibi. Ara vermeyince beklentide olmal mümkün değildir.
Sıradanlığı kabul etmek insanı özgürleştirir!
Sıradanlığı tam anlamıyla takdir edebilmek sıra dışı bir armağandır.
Ne kadar çok konuşursanız, o kadar az dinliyorsunuz demektir.
Popüler kültürün, rekabetin ve tüketimin ısrarlı gürültüsü biraz azaltıldığında, her şey daha sakinleşir. Bir şarkıcının kendi sesini duyabilmek için ortamdaki gürültüleri kesmesi gibi, sadeleştirme de bir ailenin değerlerine, onları tanımlayan şeylere göre ayarlamasıdır. Gürültü ortadan kalkınca duyduğunuz ses kendi sesinizdir.
evinizi şöyle hayal edin...
. zamanın daha yavaş aktığı bir yer olarak,
. daha az kalabalık ve görsel anlamda daha rahatlatıcı bir yer olarak,
. dikkatinizi dağıtan şeyleri sınırlandırmaya ve çok fazla, çok hızlı ve çok acil şeylere hayır demeye başlayınca, daha fazla huzur bulduğunuz bir yer olarak,
. huzur ve güven duygusunun hissedildiği bir yer olarak,
. gösterdiğiniz özen, koruyuculuk ve takdir sayesinde sevdiklerinizin çok iyi bildikleri bir yer olarak.
17 Şubat 2013 Pazar
pazar videosu
bu videoyu izledikten sonra evdeki keyfi bırakıp son 4 aydır her haftasonumu yiyen kursa gitmek ne zor yahu?!
evde oturayım kitap okuyayım, biraz bişeyler dikeyim, uyuyup uyanayım istiyorum oysa ki ben!
günün şarkısı vol:7
hiç ara vermemiş gibi yazmaya başlamak en iyisi. o kadar çok değişiklik oldu ki hayatta yazmayalı. bunun özetini daha sonra yazarım bence.
günün şarkısı yapıp gideyim ben bence:)
günün şarkısı yapıp gideyim ben bence:)
19 Kasım 2012 Pazartesi
ses bir ki
yaşıyorum ben, merak etmeyin.
sadece bir anda farklı alanlarda yeni bölümlerine geçtim hayatımın. fazla yenilik bünyeyi sarstı:)
böyle geçti günler... biraz alıştım tempoya sanki, daha sık gelirim buralara.
öptüm sayın!
sadece bir anda farklı alanlarda yeni bölümlerine geçtim hayatımın. fazla yenilik bünyeyi sarstı:)
böyle geçti günler... biraz alıştım tempoya sanki, daha sık gelirim buralara.
öptüm sayın!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)