sabahtan karar verdim yazmaya, aslında bambaşka bir şey yazacaktım ama bilgisayarın başına oturduğumda ankara'dan taşındığım gün canlandı gözümde tüm detaylarıyla. şaşırdım bu kadar canlı olmasına hafızamda, bi miktar da içim gıcıklandı (gıcıklanmak ne demek bilemedim ama üzülmek desem değil, özlemek desem değil, garip bi hissiyat işte:))
sevdiğimiz bir kaç parça eşyayı yükledik kamyonete, kalanları dağıttık eşe dosta. götürmekle götürmemek arasında kaldığım iki parça eşya oldu -bir çerçeve, bir dönemi içeren kocaman bir kutu. kıyamadım bırakmaya, atmaya yok etmeye götürdüm -sonradan ne büyük hata yaptığımı anlasam da iş işten geçmişti.
neyse önce kamyoneti gönderdik, sonra ev sahibine evi teslim ettik. gelen bir iki dostla vedalaştık. bindik otobüse istanbul'a doğru yola çıktık. yol boyu gözümde bi damla yaş geldim İstanbul'daki yeni evime.
zorla götürdüğüm o eşyalar evde durdu hep. dolabın arkasında filandı ama hep evdeydi. biri gelip atmadığı sürece hiç atamayacağım sandım. geçen sene yeni yıla girmeden önce çerçeveyi yok ettim önce. kutuyu görmezden geldim galiba bilinçli bir şekilde. bugün depoyu temizlerken kutu elime geçti. kocaman bir çöp poşeti vardı önümde. içindeki her şeyi tek tek elime aldım, sonra çöpe. bir iki fotograf dışında hiçbir şey bırakmadım. o zamanlar en sevdiğim fotografımızı atmaya kıyamadım bi tek, belki gözlerimdeki ışığı unutmamak için.
böyle işte. saçma bi rahatlık üzerimde.
*fotograf o kutudan...