26 Ocak 2012 Perşembe

zenne


Salı günü garip bir gündü. Sabah 6 civarında ölesiye mutsuz uyandım. Tüm gece rüyamda geçmişle cebelleşmekten, ağlamaktan bitap düşmüştüm zaten.  Kalktım, düşünmeyeyim diye kendimi işe verdim, kulağımda kulaklık bağıra çağıra şarkı söyleyerek çalıştım epey.

Öğleden sonra Cihangir'de toplantım vardı. Gittim, tahmin ettiğimden kısa sürdü. Dönsem çalışamam, dönmesem herkes çalışıyor ne halt edecem yalnız diye boş boş gezindim İstiklal'de. En son Cevat'ın tükkana giderim bi çay içer eve geçerim diye düşünürken sinemada Zenne'yi gördüm. 15 dk vardı. Aldım bilet girdim.

Böyle bir ruh haliyle gidilecek en son filmmiş, anladım. Filmin adı Zenne olsa da film aslında eşcinsel olduğu için babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız'ı anlatıyor. Gerçek bir olaydan kurgulandığına bile bile izlediğinde daha çok yakıyor insanın yüreğini. Filmin ilk yarısında gerek ığıl ığıl bulanan midem, gerek sabahtan beri süregelen ruh halim sebebiyle bi miktar daraldım. Film ilk yarıda ağır aksak gidiyor ama yine de oyunculuklar muhteşem. Ama ikinci yarı gerçekten şahaneydi. Renkler, diyaloglar, kurgu hepsi şahaneydi. Zaten bildiğimiz şeyler bunlar evet, ama yine de tokat gibi çarptı yüzüme.

Filmin son 20 dakikası çok yaktı, çok ağlattı. En sonda Ahmet Yıldız'ın gerçek görüntüleri gösterilince dağıldım. İlk defa bir filmden sonra salondan çıkamadım. 10 dakika kaldım koltukta. Çıkınca da uzun süre kendime gelemedim.

Çok bölük börçük oldu bu yazı, anlatamadım tam hissettiklerimi ama Zenne'yi tüm teknik eleştirilerden bağımsız izleyin!

Hiç yorum yok: