19 Kasım 2012 Pazartesi

ses bir ki

 yaşıyorum ben, merak etmeyin.

sadece bir anda farklı alanlarda yeni bölümlerine geçtim hayatımın. fazla yenilik bünyeyi sarstı:)

böyle geçti günler... biraz alıştım tempoya sanki, daha sık gelirim buralara.

öptüm sayın!

15 Eylül 2012 Cumartesi

böyle işte



böyle işte, tam da böyle...



ırmaklar denizlerde
denizler sahillerde durdular
arayanlar hiçbir yerde
inananlar dualarda buldular

kimbilir sen
benim halimde
sakinliğimde ne buldun?
bense yorgundum
kendi kendime sokuldum
uyuyakaldım
aklımın iplerini saldım
o giderken
bir an durup peşinden baktım
ne dersin?
umarım beni affedersin
ne dersin?
belki de terk edip gidersin
gider misin?

29 Ağustos 2012 Çarşamba

yola çıkmak



"yeni bir yola çıkmak isteyen kişi, eski yerini zorlar -ta ki, o yer yerle bir ola; ve yol, yeniden, açıla..." oruç aruoba demiş.

14 Ağustos 2012 Salı

10 Ağustos 2012 Cuma

okudum: Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın


aslında bu yazıyı yazmadan önce izledim: everything is illuminated başlıklı bir yazı yazmam icap ederdi. zira jonathan safran foer kişisini bu filmle tanıdım ben. bunu yazayım, evet:)  everything is illuminated jonathan safran foer'in kitabından uyarlanan bir film. filmden acayip etkilenen ben hemen kitabını da okumak istedim. idefixe girdim. girdim ki ne göreyim 3 kitabı var. kitap konusunda azıcık açgözlü olduğumdan hemen üçünü de istedim: Her Şey Aydınlandı,  Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın ve Hayvan Yemek. Kitaplar geldiğinde elime Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın'ı aldım. oldukça hızlı, meraklı ve heyecanlı bir şekilde okudum.  okurken filminin olduğunu öğrendim:) Kitabı ve filmini 11 Eylül hikayesi olarak pompalamışlar her yerde. Açıkçası ben böyle bir tat almadım özellikle kitapta. Spoiler vermeden konuya gelecek olursak: 11 Eylül saldırılarında babasını kaybeden bir çocuk, babasından kalan bir anahtar buluyor ve o anahtarın hangi kilidi açtığını bulmaya çalışıyor. çok şahane bir babaanne karakteri var. (babaannemi ne kadar özlediğimi farkına vardım kitap boyunca.) bu babaannenin ilginç bir hikayesi var. filmde sadece anahtar mevzusuna odaklanmış. benim kitapta en çok sevdiğim babaanne-dede hikayesine neredeyse hiç değinilmemiş.
ben kitabı sevdim, filme eh dedim. böyle olunca Her Şey Aydınlandı'yı hemen okumak istedim, onun da kitabının çok daha derin olacağını düşünüyorum.

böyle işte. tavsiye ederim.

kalan iki kelam:


"Geçmişe ihtiyacım yok, diye düşünüyordum, bir çocuk gibi. Geçmişin bana ihtiyaç duyabileceği aklıma gelmemişti."

"... umarım bir gün sen de sevdiğin biri için anlamadığın bir şey yapma deneyimini yaşarsın."


"Hayatına bir sürü insan girer ve çıkar! Binlercesi! Girebilsinler diye kapıyı açık tutman gereklidir! Ama bu aynı zamanda gitmelerine izin vermek de demektir!"

"Hiçbir şeyi özledigin şeylerden daha çok sevemezsin."



6 Ağustos 2012 Pazartesi

gezmekler tozmaklar


yokum ya ne zamanlardır, azcık gezdim de geldim. yoğun eğitimin ardından 11 gün amsterdam ilaç gibi geldi.


ha bu arada bir de "seviyoruz reyiz" demiş miydim:)


bu da bu yazının şarkısı olsun!

12 Temmuz 2012 Perşembe

öğrenmek


ders dinlemeyeli, yeni sistematik bir şeyler öğrenmeyeli, not tutmayalı, ders çalışmayalı, araştırma yapmayalı ne kadar uzun zaman olmuş. elbette her gün yeni bir eyler öğreniyorum, ufak tefek bir şeyler araştırıyorum, yazıyorum ama bir konuya derinlemesine dalmayalı. tüm gün ders dinleyip, bir konuya kafa yormayalı yıllar oldu (üniversiteden saysan 7 yıl:)). çok özlemişim. çok yoruluyorum ama kendimi çok iyi hissediyorum. 

geleyim sadede... tamamen çocuklarla ilgili ama çocuklara pek temas etmediğim bir iş yapıyorum yıllardır. kulvarı biraz değiştirme vaktinin geldiğini düşünüyordum uzun süredir. mayıs ayından beri de bir takım aksiyonlar aldım bununla alakalı. yapmak istediğim işi test ettim öncelikle bir süre. gönüllü olarak gittim, geldim, asistanlık yaptım. sonra şansıma montessori eğitimci eğitimi yapılacağını duydum hemen kayıt yaptırdım. işte yukarıda bahsettiğim eğitim bu. işim hala devam ettiğinden gündüz eğitim, gece yarılarına kadar gündüzden kalan işleri temizleme derken günler geçip gidiyor. hayat hızla değişiyor.

keyfin yerinde a dostlar. daha sık gelebilmeyi ümit ediyorum buralara. okudukça paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki.

öptüm sayın hepinizi!

*görselin konumuzla pek alakası yok. sevdim sadece:)

23 Mayıs 2012 Çarşamba

kutu boyama

haftasonu zep'le kutu boyadık. geyik performansımızın doruklarındaydık yine. ablamla geyik moduna girdiğimizde zep'in şaşkın bakışlarını görüntülemek lazım bir ara.

22 Nisan 2012 Pazar

başarı!?


Bunu izleyelim, izletelim de özellikle kariyer maratonuna girmemiş gençlere... Pek güzel konuşmuş, çogzel demiş "başarı ahlaksızlıktır"

17 Nisan 2012 Salı

ada halleri


işten bir saatlik bir kaçamakla deniz üstünde adaya giderken bulduk dün akşam.. efil efil rüzgar mis gibi güneş eşliğinde bira içtik. günü batırırken elde rakı kadehleri vardı. en güzeli gece orman yolundan adanın içine doğru yürürken 10 dk kadar yere uzanıp yıldızları seyretmek. ne kadar iyi geldi, nasıl rahatlattı...

15 Nisan 2012 Pazar

negzel pazartesi


yok bi pazartesi sendromunun gereği şimdi. güzel işte her şey. çalışmaksa sıkıntı, diğer günler de çalışıyoruz...

neyse işte lüzumsuz bir neşe hali var üzerimde.

geçmesin...

işte bu da bugünün şarkısı olsun!

5 Nisan 2012 Perşembe

külçe



konuşulmayan ufacık bir şey bile ne büyük yük oluyor insanın üzerinde. yerli yersiz kaygılarla konuşmayı erteledikçe ne büyük haksızlık yapıyoruz aslında kendimize. ne büyük eziyet çektiriyoruz. aslında hayat bir yandan akıp giderken aklımızın bir köşesinde nasıl bir külçe taşıyoruz.

uzun zamandır o külçeyle yaşıyordum ben farkında olmadan. ne zaman ki döktüm içimdekileri o külçenin ne büyük bir eziyet olduğunu anladım. yapmamalı insan kendine bunu, ertelememeli.

velhasıl kurtulun efendim külçelerinizden...

fotograf alakasız, mardin'e gittim geldim ben fotografı. bir mardin yazısı da yazmalıyım belki:)

14 Mart 2012 Çarşamba

çok aşık

uyumalara hasret kaldım yine çok zamandır. bu sefer kabuslar yok ama:) kafamda milyon tane şey var. güzel şeyler... umutlu şeyler...

neyse "gecenin şarkısı" yapmaya geldim ben. gideceğim:)



aha bu da sözleri


her şeyi silip atmak
yok saymak
unutmak var.
intikam çok sinsice,
aşkın kucağında saklanır yakar..
içimdeki kötü fısıldar
acıt, acıtabildiğin kadar kanar.
ben insan değilmişim
mutlu edemezmişim seni
zamansız gidermişim
yarım bırakırmışım
sonları hiç sevmezmişim

ama ben çok çook çook aşığım.
aşığım sana.
ama ben çok çook çook aşığım.
aşığım sana.
aşığım.

önce fikrin düşer
boğar gecemi sorulara
hiç mi gelmez içinden huzur
ne gerek var bu kavgalara?
affetmek aşkın içinde var
gururun gardını kollar
gururum delik deşik sana

ben insan değilmişim
mutlu edemezmişim seni
zamansız gidermişim
yarım bırakırmışım
ve asla yetinmezmişim.

ama ben çok çook çook aşığım.
aşığım sana.
ama ben çok çook çook aşığım.
aşığım sana.

13 Mart 2012 Salı

nasılım?

arada sormak lazım kendimize "nasılım?" diye. harala gürele içinde herkesin "nasıl" olduğuyla ilgilenirken kendimizi unutuyoruz çünkü hep. sonra biri geliyor, "nasılsın?" diyor, başlıyorsun anlatmaya...

ülke gündeminden, olan saçma şeylerden, lütuf gibi sunulan haklardan bağımsız düşünebilince iyiyim. bu ara bu gündemden pek uzaklaşamıyoruz, bu ülkede yaşamak için gerekli olan asgari umudu da ytirdiğimiz zamanlar çoğunlukta ama olsun...

iyiyim ben... epey iyiyim hatta. kafam son iki senedir olmadığı kadar net, içim rahat, hatta saçma bi gevşeklik bile geldi diyebilirim:)

bu da gecenin şarkısı olsun:)





2 Mart 2012 Cuma

cuma şarkısı vol: ?



böyle mıyır mıyır başlayıp çatır çutur devam ediyo ya bu şarkı hastasıyız:) dinleyelim...

1 Mart 2012 Perşembe

bundan istiyorum vol:3


bundan istiyorum serisinden 4. yüzük. 3. post. böyle sürecek bu sanırım... Yalçın Çapoğlu tasarımı.bayıldım. Ana hala favorim vol: 1

vol:2 de burada:)

Körlük


Uzun süre elimde süründürsem de Jose Saramago'nun Körlük adlı romanını okuyordum bir süredir. Bir arkadaşımın sık sık övgüyle bahsettiği ısrarla tavsiye ettiği bir yazardı Saramago. Kitabı aldığımda da güzel bir başlangıç yaptığımı söyledi. Kitap Can Yayınları'ndan çıkmış. 

Okumaya başladığımda Saramago'nun noktalama işareti kıtı bi insan olmasının okumayı zorlaştıracağını düşündüm ama pek öyle olmadı. Evet Saramago noktalama işaretleri konusunda biraz cimri. Diyaloglar cümlenin içinde birden başlayıp bitiyor. 

Bunun dışında bir diğer mesele kahramanlara isim vermiyor oluşu, ki bu benim işime gelen bir özellik oldu. İsim hafızam çoook zayıf olduğundan hiç bir romanda kahramanların ismini hatırlamam. Onlar benim için esas kadın, esas adam, komşu, manavın çırağı, esas kadının annesi vb. her zaman. Saramago da kahramanları böyle adlandırmış.

Kitabı okumayanlar ve okumak isteyenleri düşünerek sürprizi bozmayalım. Ama kitabın konusu genel olarak körlük:) Birden başlayan bir salgın ile insanlar yavaş yavaş kör oluyorlar. KÖr insanların hepsini bir binaya kapatıyorlar. Fakat körlerin de bilmediği bir şey var. Aralarında kör olmayan bir kadın var. Bu koşullar altında yaşanan olaylar, hırsızlıklar, pislikler, cinayetler vb. Gerçeklerin tokat gibi yüze çarptığı sahneler var.

Şahane kurgusu ve sürükleyiciliğiyle şahane bir kitap, tavsiye ederim...

"bir gün, bu dünyada artık yararlı hiçbir şey yapamaz hale geldiğimizin farkına vardığımızda, yaşamımıza son verecek kadar cesaretli olabilmeliyiz."

9 Şubat 2012 Perşembe

tavşan yaptım ki ben!


yine bir "ne kadar çok boşladım buraları" konulu bir postla karşınızda olacaktım ama vazgeçtim:)
içimden gelince yazıyorum işte, sorgulamamak lazım.

geçen gece zep'e bu tavşanı yaptım. epey uğraştım, hatta itiraf ediyorum bacaklarla gövdenin birleştiği yerde olan sıkıntıyı çözmek için epey uğraştım. sonuç pek fena değil. ben tüm amatörlükleri görsem de zep bayıldı tavşana. kendisinin adı artık fatoş:)

26 Ocak 2012 Perşembe

zenne


Salı günü garip bir gündü. Sabah 6 civarında ölesiye mutsuz uyandım. Tüm gece rüyamda geçmişle cebelleşmekten, ağlamaktan bitap düşmüştüm zaten.  Kalktım, düşünmeyeyim diye kendimi işe verdim, kulağımda kulaklık bağıra çağıra şarkı söyleyerek çalıştım epey.

Öğleden sonra Cihangir'de toplantım vardı. Gittim, tahmin ettiğimden kısa sürdü. Dönsem çalışamam, dönmesem herkes çalışıyor ne halt edecem yalnız diye boş boş gezindim İstiklal'de. En son Cevat'ın tükkana giderim bi çay içer eve geçerim diye düşünürken sinemada Zenne'yi gördüm. 15 dk vardı. Aldım bilet girdim.

Böyle bir ruh haliyle gidilecek en son filmmiş, anladım. Filmin adı Zenne olsa da film aslında eşcinsel olduğu için babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız'ı anlatıyor. Gerçek bir olaydan kurgulandığına bile bile izlediğinde daha çok yakıyor insanın yüreğini. Filmin ilk yarısında gerek ığıl ığıl bulanan midem, gerek sabahtan beri süregelen ruh halim sebebiyle bi miktar daraldım. Film ilk yarıda ağır aksak gidiyor ama yine de oyunculuklar muhteşem. Ama ikinci yarı gerçekten şahaneydi. Renkler, diyaloglar, kurgu hepsi şahaneydi. Zaten bildiğimiz şeyler bunlar evet, ama yine de tokat gibi çarptı yüzüme.

Filmin son 20 dakikası çok yaktı, çok ağlattı. En sonda Ahmet Yıldız'ın gerçek görüntüleri gösterilince dağıldım. İlk defa bir filmden sonra salondan çıkamadım. 10 dakika kaldım koltukta. Çıkınca da uzun süre kendime gelemedim.

Çok bölük börçük oldu bu yazı, anlatamadım tam hissettiklerimi ama Zenne'yi tüm teknik eleştirilerden bağımsız izleyin!

8 Ocak 2012 Pazar

Vapurla başlanılan günler daha mı güzel oluyor ne?



dilimde bu şarkı

"anladım artık beyaz bir vapurdur aşk
makina dairesinde söylemediğimiz sözler
uyutmaz yolcuları sabaha kadar,
seni gördüm
seni mi gördüm
çözüldüm geçmiş gibi
bir karanfil açmış gibi yakamda
kokladım yalnızlığımı, acıdım kendime sana
zamanın üzümleri hep şarap olmuş" 

Yeni yılın ilk haftası geçti bile. Geçen yıl gibi ne olup bittiğini anlamadan bitmesin bu yıl.

Bu da gecikmiş yeni yıl kutlaması olsun: huzurlu, sağlıklı, keyifle geçireceğimiz bir yıl olsun. sokaklara sadece gezmek için çıkalım, içinde "çocuk" geçen haberler bizi ağlatmasın, sıcak evimizde huzurlu olduğumuz için utanmayalım ve ille de barış!

öperim gözlerden:)