28 Kasım 2009 Cumartesi

bayram

anne tarafından neredeyse tüm sülalenin bir araya geldiği şeker bayramından sonra son derece yalın bir kurban bayramı geçiriyorum. öyle ki çekirdek ailenin bile tamamı yok. annem ve babamla izmit'te takılıyorum. bu bayram nedense bayram gibi değil de tatil gibi oldu ilk defa. yıllardan sonra ilk defa bir bayramda dedmi ziyarete gidemedim. bu da biraz üzdü galiba. yarın istanbul'a döneceğim ve pazartesi mutlaka dedemi ziyarete gideceğim. sevmedim ben bu yalın bayram olayını. kalabalıklara özlemim var sanki. cümbür cemaat aktiviteler daha çok çekiyor sanki beni...

hepinize cümbür camaat kalabalıklarla geçecek, sofrası keyifli sohbetlerle şenlenecek bayramlar dilerim efendim.

öperim gözlerinizden

24 Kasım 2009 Salı

günün şarkısı



işte buna bıçak çekiyorum
şimdi adı yok hiçbir sevgilinin
zaman zaman değil şimdi
yalnız ben miyim bu ahir zamanda
derviş mekanına aşk ile çağıran
bu ahir zamanda …

23 Kasım 2009 Pazartesi

maddeli keyifler:)


haftasonu sapanca pek güzel, pek keyifliydi. maddeleyelim:)


-gudubet gişe kadını, cebimden 7 lira çıkaramamam, yine dakikalarla yakalanan tren...

-yol boyu uyku

-inince anne poğaça ve böreğiyle kahvaltı-sahilde yürüyüş, mısır keyfi. ayakları göle sokmamak için kendini zor tutuş. (fotograf altta)

-sapancanın ne güzel bir yer olduğuna bir kez daha ikna olunması " ah bi de zihniyet birazcık değişse" diye yakınmalar

- bir kez daha bisiklete binme konusunda ne kadar beceriksiz olduğumu anlamam, (zaten kostümümle sapanca halkının dikkatini çekmişken bir de durduramadığım bisikletimde bıdır bıdır söylenmem tuz biber oldu:))





- bisiklet macerası öncesinde bir koruda biraz fotograf:)

- eve gidiş, bahçede fotograf keyfi. soba yakma çalışmaları, zafer, küçük birer sandviç veee ilk film "garden state":)

- ilk filmden sonra makarna yapma girişimi, başarısız sonuç, hamur gibi bir makarna, makarna üzerine sos niyetine alınmış ton balıklarının ekmek arasına konulması va tokluk:) (tabi ki makarna pişirebilen insanlarız, tek sorunumuz tüpün bitmesi ve sobada makarna yapmaya çalışmamız:))

- ikinci film öncesi biraz sohbet muhabbet, "before the rain", şarap, kaşar peyniri, belki biraz da örgü:)

- sırada tarafımdan seçilen üçüncü film "the fall" (daha önce izlediğim bir filmi seçmemin sebebi, tabi ki uyuyup kalırsam birşey kaçırmış olmamak:)) nitekim ilk 20 dk da sızdım koltukta. arada uyanıp vızır vızır olaya müdahale ettiğim ve hatta horladığım doğrudur.

- burdan sonrası özet:)
uzuuun bir uyku, çay, poğaça, soba, mandalina kabukları, misafirler:) mantarlı kaşarlı gözleme, bisikletleri geriye götürme sorunsalı:)

-21.37 de trene biniş, kafam önüme düşe düşe uyumam ve geceyarısı sularında eve dönüş.

kısacası pek güzeldi, pek keyifliydi, daha sık yapılmalı:)

20 Kasım 2009 Cuma

pırpırık


her şeyin sıradanlaştığını hissetmeye başladığın anda zbannn diye ortaya çıkan şeyleri seviyorum ben. her şeyden değerli oluyorlar belki de o monotonluğu yıkmayı başarabildikleri için.

bir sebebi yok bunu yazmamın. öyle içimden geldi diyelim:)

17 Kasım 2009 Salı

sadece fotograf

önce sapanca'da titiz'de kahvaltı. keyifle, sohbet muhabbetle.

sonra maşukiye pazarı. titiz'e kahvaltıya gittiğimizde çıkışta bu pazara gitmek adet oldu neredeyse. gidip alışverişimizi yapıp evimize dönecektik ki gelmişken anneleri de görelim diyerek karamürsel civarında (aslında ereğli'de galiba) kadir'in yeri'ne gittik. onca kahvaltının arkasına bir de et yedik:) bu arada mekan benim çocukluğumun geçtiği bir yer. deniz kenarında ağaçlar altına. kilo kilo eti koyuyorlar yanına bir de mangal yiyorsun tıka basa.

pek keyifliydi kısacası.

12 Kasım 2009 Perşembe

papatya

evi çiçek bahçesi gibi olan insanlara imreniyorum hep. ben ne kadar uğraşsam da çiçek bakamıyorum. hepsi küsüyo bana. en ölmez denilen çiçekler bile ölüyor benimle. biraz sinir bozucu bişi. Bir çok denemem oldu bu konuyla ilgili. Bahar başında seradan bir kasa çiçek aldım, getirip büyük bir hevesle diktim. Mutfak camının önü çiçeklerin sevdiği bi insan olsam küçük bi çiçeklik haline getirebileceğim bir yer. Ama dedim ya maksimum bir ay dayanıyo çiçekler. Sonra teker teker büküyolar boyunlarını ve ölüyorlar. Bir tek sol üst köşedeki çiçeğim dayanıklı. Neredeyse bu eve talındığımdan beri yaşıyor. Hatta içinden yavru bile vermeye başladı.

Bu haftasonu seradan sağ alt köşedeki papatyaları aldım. Serada satış yapan amcaya defalarca "hemen ölmez di mi?" diye sorduktan sonra verdiği cevap "insanlar bile ölüyor" oldu. Çok umutlu değilim anlayacağınız. Ama diğerlerinde olduğu gibi buna da gözüm gibi bakıyorum. Sol alt ikinci fotograftaki büyük bitkiyi Gökhan hediye etti. O da yapraklarını dökmeye başladı. Araştırdım biraz güneş istiyormuş. E benim evim direkt güneş almıyor ki. Masanın üstüne koydum evin en aydınlık yeri olarak. Umutla bekliyorum sonucu.

Bu arada bu çiçek sevdam apartmandaki komşuların da dikkatini çekiyo tabi. Bir süre cıvıl cıvıl olan mutfak önü tezgahı, bir süre sonra kurumuş çiçeklerle doluyor. Önce en üst kattaki teyze bir gün camımı tıklatıp "tam sana göre öldüremeyeceğim bir çiçeğim var, senin için çimlendiriyorum, kıvama gelsin indireceğim" dedi. Teşekkür ettim tabi, sonucu bekliyorum. Dün de bir üst katımda oturan yaşlı, hafiften de çatlak teyze gümbür gümbür kapı çalmak suretiyle geldi. Yine saati fila soracak herhalde diye homurdanarak açtım kapıyı hiçbir şey sormadan "Su camın önündeki kurumuş fesleğeni ver saksısıyla bana" dedi. "Vereyim tabi, hayırdır" dedim. "Ben de bir çiçek var çok dayanıklı, ondan dikeceğim sana" dedi. Peki dedim verdim ona da saksıyı. Nasıl bir imajım var apartman sakinlerinin gözünde anlayamadım.

Velhasıl kelam komşulardan gelecek çiçekleri bekliyorum. Var olan çiçekleri yaşatmak için de elimden geleni yapıyorum. Gelişmeleri buradan bildiririm:)

PS: pek hızlı hızlı yazdım, okuyup düzeltecek halim kalmadı. affola:)

11 Kasım 2009 Çarşamba

olamaz mı? olabilir...




geçenlerde bir muhabbet döndü bu şarkıyla ilgili, garip bi heyecan hali filan... uzun zaman sonra tekrar takıldım ve gün içinde bir iki kez dinliyorum mutlaka. garip hissiyatlara sokuyor bu şarkı beni her dinlediğimde. bazen umut oluyor bu hissiyat bazen de umutsuzluk. bir yandan bunları daha önce hissettiğimi düşünüp umutsuzluğa kapılıyorum. öyle zırt pırt hissedilecek şeyler değil ki bunlar. di mi ama? bi yandan neden olmasın diyorum. zaten anlatılmak istenen de o "neden olmasın?" kısmı sanırım.

olur olur bal gibi olur diyerekten çekiliyorum huzurlarınızdan.

ve şarkının sözlerine dikkat!!

hiçbir neden yokken, ya da biz bilmezken tepemiz atmış... ve konuşmuşuzdur.
onca neden varken ve tam sırası gelmişken hiç bir şey yapmamış ve susmuşuzdur.
aynı anda aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişizdir.
aynı sabaha uyanırken kim bilir aynı düşü görmüşüzdür. olamaz mı? olabilir.
onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında
belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa senin cebine girmiştir.
belki aynı posta kutusuna değişik zamanlarda da olsa, birkaç mektup atmışızdır.
ayın karpuz dilimi gibi batışını izlemişizdir deniz kıyısında.
aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede belki birkaç gün arayla olamaz mı? olabilir.
onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında
bostancı dolmuş kuyruğunda sen başta ben en sonda öylece beklemişizdir.
sabah 7.30 vapuruna sen koşa koşa yetişirken, ben yürüdüğümden kaçırmışımdır.
aynı anda başka insanlara, seni seviyorum demişizdir.
mutlak güven duygusuyla, başımızı başka omuzlara dayamışızdır olamaz mı? olabilir.
onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında

10 Kasım 2009 Salı

özet




arayı uzatmamak lazım, biliyorum. ama çok yoğun geçiyor bir süredir hayatım. ben bile yetişemiyorum bazen. işler yoğun, çalışma motivasyonum doruklarda. heyecan duyduğum şeyler artmaya başladı. güzelleşiyor gibi sanki hayat. arada yine dellendiğim zamanlar oluyor tabi. ama daha kısa sürede daha az hasarla atlatmayı başarabiliyorum sanki. her şey güzel olacak hissiyatı daha yoğun içimde artık.

bu öyle özet olsun. daha geniş bi vakitte yaşgünümüz, haftasonu, yeni projeler hakkında üç farklı yazı yazacağım. söz:)

şimdi sütümü ısıtacağım 500 days of summer eşliğinde uyuyacağım...

1 Kasım 2009 Pazar

gugli gugli gugli be gone!


uzun zamandır ilk kez hiç programsız bir haftasonu geçirdim. yapmam gereken hiçbir şey olmadan, buluşmam, görüşmem gereken kimse olmayan, mümkün olduğu kadar sınırlı sosyalleşilen bir haftasonu. önce cuma gecesi. ani verilen bir kararla beyoğlu sınırlarında bulduk kendimizi. cansu, begüm ve been:) sonradan yanımıza eklemlenen ibo ve fethi'yla muhteşem kadro tamamlandı. önce çok keyifli bir sohbet, sonra 2. sınıf bir barda çılgınca içmeler (gelsin biralar gitsin tekilalar), dans etmeler. gecenin sonunda atılan bir tokat. zorlanan sınırlar vs. her şeye rağmen güzel bir gece.


bu fotograf eskilerden ama çok da güzel yansıtıyor cumartesi günümü. tüm gün evin çeşitli noktalarında uyukladım. miskinliğin doruklarındaydım resmen. çok da güzel dinlendim. pek de güzel oldu. hiçbişi yapmamak çok güzel bişi. 20 sayfa kitap okuyayım, bir saat uyuyayım. hayat bayram olsa mode on:)


ve pazar günü. gece 4'te yattım, sabah 10'da annemin ısrarlı telefonu sonucunda kalktım. erken başladım kısmen güne. güzel bir kahvaltı. anne babanın dibinde güzel birkaç saat. sonrasında ufak bir alışveriş. sonraaa cancağzım benito'm yapmış cevizli elmalı kekini, geldi. ben de kısır yaptım yanına. yedik bi güzel. ve bir gün önce bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine izlemeye heveslendiğim "the fall"u izlemeye koyulduk. çok uzun zamandır izlediğim en güzel filmdi galiba. kelimenin tam anlamıyla büyüleyici. öncelikle filmde görsel doygunluğun doruklarına çıkılmış. nasıl bir bütçe varsa saniyelik görüntüler için onlarca farklı mekanda çekimler yapılmış. istanbul galata mevlevihanesi'nden de görüntüler var. oyunculuk desen apayrı.(bu arada alexandria gibi çocuğum olacağını bilsem bi şekilde hemen doğuracağım. nasıl güzel bir şeydir o.) fazla da uzatmayayım. benim başucu filmlerimden oldu bu film. 15 kez izlerim artık. hiç vakit kaybetmeden edinin bence:)

sevgiler, saygılar...