26 Aralık 2011 Pazartesi
örüyom ben ya!
13 Aralık 2011 Salı
hoppa!
yazacak çok şey var. birçoğu için epey geç kaldım. hopa davası yazısı için de epey geç kaldım ama olsun.
9 aralık yaşanmadan bile çok önemli bir tarihti benim için. 31 mayıs'ta hes karşıtı eylemde öldürülen Metin Hoca için yapılan eylemlerde tutuklanan arkadaşlarımız 6 ay sonunda hakim karşısına çıkacaklardı. çok uzatmayacağım günün büyük kısmında adliye önündeydim. dostlarımla, yoldaşlarımla. arkadaşlarımı almayı bekledim. içeriden savunmaya dair notlar geldikçe umutlandım, inancım arttı. gecenin ilerleyen saatlerinde sadece 5 kişinin tahliye olacağına inanmışken, tüm tutuklulara tahliye haberi geldiğinde oradaki havayı görmeniz lazımdı. düşündüm de ben göremeseydim, o gün orada olamasaydım kahrımdan ölürdüm.
umut oldu bu sonuç bize, daha alınacak çok sonuç, peşinde olmamız gereken çok dava var...
25 Kasım 2011 Cuma
bir film, bir kitap
Özcan Alper ismiyle izlemeden kredisi olan bir filmdi benim için, dün akşam izledim. Öncesinde okuduğum eleştirilere inat sevdim ben bu filmi. Dokunulmayana dokunmak, görmezden gelineni görmek, göstermek başlı başına sevmeye sebep. Spoiler'a girmeden filmdeki müzikler, Diyarbakır, gerçek tanıklıklar, giriş sahnesinin muhteşemliği, gidiniz görünüz derim.
Sonra kitap: Bildiğin Gibi Değil
Epey oldu aslında bu kitabı okuyalı. Yaz tatilinde bitirmiştim, hep yazacağım dedim, atladım. Dün akşam filmi izleyince normal olarak aklıma düştü. Kitap gerçek tanıklıklardan oluşuyor. 90'larda Güneydoğu'da çocuk olanlar bugün o günleri anlatıyor. Çok yaralayıcı, çok gerçek. Ama mutlaka okunulmalı...
14 Kasım 2011 Pazartesi
yine mi keder?
iki üç cümle yazıp gideyim yine.
neler yapıyorum bu ara:
- kitap okuyorum deli gibi. doğu yücel varolmayanlar var elimde bu ara.
- müzik dinliyorum bülent ortaçgil - büyükler için çocuk şarkıları var listede çoğunlukla (birazcık iyi hissettiriyor)
- çalışıyorum (bir yanı toplarken diğer tarafı batırıyorum, düzene giremedim bir aydır)
- dizi izliyorum (komedi dizilerine başlamalıyım artık sanırım zira grey's anatomy zaten depreşik ruhumu iyice sapıttırıyor)
- örgü örüyorum, puzzle yapıyorum. düşünme ritüelini bıraktıran aktivitelere bayılıyorum.
- ülke gündemini okudukça, dinledikçe, izledikçe ağlıyorum istemsizce. fazlaca çaresiz hissediyorum. (bir de düşünüyorum şimdi dökülmeyeceksek sokaklara ne zaman döküleceğiz diye. sonra sakıncalı düşünceli bi kenara atmak için alıyorum elime şişleri, başlıyorum ilmek atmaya)
- ruh daraltmayayım diye pek yazmıyorum.
budur halim. bi de bu şarkı var bugün vapurda dinledim, cuk oturdu. klibi de şahaneymiş.
1 Kasım 2011 Salı
there is a reason i said i'd be happy alone; it wasn't 'cause i thought i'd be happy alone. it was because i thought if i loved someone and then it fell apart, i might not make it. it's easier to be alone. because what if you learn that you need love and then you don't have it? what if you like it and lean on it? what if you shape your life around it? and then... it falls apart. can you even survive that kind of pain? losing love is like organ damage; it's like dying. the only difference is death ends... this... it could go on forever.
(greys anatomy)
31 Ekim 2011 Pazartesi
pazartesi yazısı
20 Ekim 2011 Perşembe
beyaz menekşe
iyi hissedeyim diye almıştı bana bu menekşeyi. öylece mutfak tezgahında bırakmışım. masaya gözümün önüne koydum. iyi gelsin diye...
17 Ekim 2011 Pazartesi
the cost of living
dv8 80'lerde kurulmuş bir dans topluluğu. yaptıkları şey beden tiyatrosu. bedenin sınırlarını zorlayarak dans ediyorlar aslında. the cost of living onların çektiği bir kısa film. geçenlerde bu bölümünü izledim filmin bir arkadaşımla. yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti. dans etmenin ne muhteşem bir şey olduğunu düşündüm yine. sonra yine o arkadaşımın önerisiyle filmin tamamını izledim yine aynı ifadeyle.
youtube'a the cost of living dv8 yazdığınızda 4 part halinde izleyebiliyorsunuz. boş bir anınızda izleyin derim...
16 Ekim 2011 Pazar
pazar kafası
zira ben anladım ki insan bir ay görmediğinde özlemezken bir gün görmediğinde çokça özleyebiliyor. bu bilgiye erdikten sonra önceki geceden kalan şarap içildi. sourberry'de serin sesler dinlendi. iyice kafaya vurdu bazı şeyler.
gecenin sonu bakın hangi şarkıyla geldi:
3 Ekim 2011 Pazartesi
sonbahar
birdönemin sonrasını anlatıyor film, çok dokunulmak istenmeyen bir dönemin sonrasını: 19 aralık sonrasını...
ağlamadan, bağırmadan, vurmadan, kırmadan sessizce anlatıyor.
film bittiğinde tek kelime kaldı dudağımda: naif.
yusuf naif bi adam, yusuf!un anası naif, mikail naif, eka naif...
*görüntüler ve müzik için söylenecek söz zaten yok.
2 Ekim 2011 Pazar
serenad
tatil kitaplarını iyi seçemeyenlerdenim ben. hiçbir zaman götürdüğüm kitapları okuyamıyorum. sonra neredeysem oraan bir kitap bulup ona sarıyorum. serenad da öyle oldu. tam bir günde kafamı kaldırmadan okudum. zülfü livaneli'nin romanlarını severim. mutluluk'u okurken de aynı şeyleri hissetmiştim. kitabı elimden bıraktığımda bile aklımda hep kitaptaki olaylar vardı. serenad da aynı hisleri verdi. düşünmek istemediğiniz şeyler varsa, kafanızı bir şeye gömüp uzaklaşmak istiyorsanız olanlardan okuyunuz efenim...
Arka kapak yazısı'ndan:
"Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı profesör Maximillian Wagner'i(87) karşılamasıyla başlar.
1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikayesine karışmakla kalmaz, dünya tarihin eve kendi ailesine ilişkinbir takım sırları da öğrenir."
21 Eylül 2011 Çarşamba
menekşe macerası, jungle trip ya da ayı çevirme:)
fotograflar pazar günkü menekşe yaylası yolculuğundan kalma. yolculuktan diyorum zira yol boyu bin tane arıza çıkaran fotograf makinam zorlu koşullar sonunda yaylaya ulaştığımızda çalışmaz hale gelmişti.
aslında upuzun bir yazı yazma niyetindeydim ama toparlayamıyorum nerden başlasam. iyisi mi madde madde yazayım.
-cumartesi akşamı yola çıkış. akşam kadir'in yerinde külbastı bira molası. ardından değirmendere'de dondurma keyfi. sonra ana evine varış. biraz geyik ve uyku.
-pazar sabahı 8'de kalkış. 9'da evden çıkış. önce yuvacık barajı, sonra orman manzaralı yollardan gidiş. gidiş gidiş bitmeyiş.
-defalarca kayboluş, kaybolmaklardan zevk alma hali. iki cümleden birinde "meşhur dağ ayısı".
-kaç metre olduğu tahmin edilemeyen ağaçlar
-ufak ufak şelaleler
-yoldaki hain kayalar (ya da bizim altı alçak arabamız:))
-yol boyu bitmeyen nevalemiz:)
-5 saat sonunda varılan menekşe (menemşe) yaylası ve bulunan kampa gidelim mi baba ekibi:)
-yaylada geçirilen 3 saat. kestirmeden dönüş yolu. bahçecik soğuksuda yemek.
-istanbul'a dönüş. dönüş yolunda patlak lastiği farketme, şişirme.
-sonuç itibariyle 5 gün gibi geçen 1,5 gün.
pek keyifliydi. uğur, üstün sabrı ile kolaj girmeyi haketti. bi kez daha teşekkür. fotograftaki elmalar ve kızılcıklar yayladan:)
19 Eylül 2011 Pazartesi
bahar
bir "dışarda bahar, içimde bahar" temalı yazıyla daha karşındayım. en sevdiğim mevsim ya bu benim. öğleden sonra yaz devam etse de akşam ve sabah erken saatlerde baharın geldiğini hissediyoruz. pikelere sıkı sıkı sarınmaya başladık. sivrisinekler gittiler. akşamları çay bahçesinde otururken üşüyüp, "hadi eve gidelim artık" diyebiliyoruz.
velhasıl, sevdim bu mevsimi ben. bu sene daha bir sevdim...
*bu da konudan bağımsız bir şiir mi? yoo, basbayağı bağımlı!
...
İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya
...
10 Eylül 2011 Cumartesi
cumartesi
keyifliyim a dostlar!
5 Eylül 2011 Pazartesi
gün sonunun şarkısı
sevgili blog,
zaman zaman seni adeta bir teyp gibi kullandığımın farkındayım. Ancak "bir kişi bile şuradan şu şarkıyı dinlese de keyiflense fena mı olur?" diyor hiç vicdan azabı çekmeden buraları terk ediyorum.
öptüm sayınız!
ha, bir de bu sözleri ekleyeyim tam olsun:
söylemek gerek
dinlemek gerek
hem dinlemek hem söylemek
konuşmak gerek
dokunmak gerek
öpüşmek gerek
hem öpüşmek hem dokunmak
sevişmek gerek
gelmek gerek
gitmek gerek
hem gitmek hem gelmek
görüşmek gerek
atlamak gerek
sıçramak gerek
hem sıçaramak hem atlamak
oynamak gerek
doğmak gerek doğmak gerek
ölmek gerek ölmek gerek
hem ölmek hem doğmak
yaşamak gerek
4 Eylül 2011 Pazar
günün şarkısı vol:5
9 gün tatil elbette enerji vermiştir. bu pazartesi sendrom filan olmasın.
sonbaharın ilk günleri hepimize huzur getirsin.
bu da bu günün şarkısı olsun.
öptüm sayın!
e tatil tabii:)
sevgili blog,
seni çokça boşladım bu aralar. geçerli bir mazeret olarak "tatil" desem de yeterli olur sanki.
sessiz, sakin, huzurluca bir tatili daha geride bıraktık. yapımda ve yayında emeği geçenlere teşekkürü borç biliriz.
sırada tatilde ne dinledim ve tatilde ne okudum konulu postlar var.
çok geç kalmadan yazarım...
öptüm say!
21 Ağustos 2011 Pazar
Olmadı, seni kestim dolaba attım.
Erkin Gören'in yeni albümü Kestim, Öldün'ü yazmak istiyorum bir süredir. Bugüne kısmetmiş:)
isim yok
16 Ağustos 2011 Salı
yine 17 ağustos
yeni çalışma alanı
6 Ağustos 2011 Cumartesi
cumartesi
4 Ağustos 2011 Perşembe
dinleyiniz - zee avi
Muzicons.com
27 Temmuz 2011 Çarşamba
kayıp
9 Temmuz 2011 Cumartesi
kocaman kocaman konuşmak
insan başkasına tavsiye ettiği şeyleri kendisi yapamıyor çoğu zaman. ben de öyleyim. çeşitli diyaloglarda "her şey oluyor hayatta, büyük konuşma" sık sık telafuz ettiğim cümledir. ama kendim kocaman kocaman konuşmaktan alıkoyamıyorum kendimi. çoğunlukla da patlar bu söylemler. neye "asla!!!" dediysem çok ünlemli başıma gelir. bir bakıyorum ki "asla" dediğimi "seve seve??!" yapıyorum.
4 Temmuz 2011 Pazartesi
mola
29 Haziran 2011 Çarşamba
eski kırık bardaklar
22 Haziran 2011 Çarşamba
the giving tree
14 Haziran 2011 Salı
alper kamu
Eskiden daha tesadüfi ama daha başarılı kitap seçimleri yapıyordum galiba. Uzun zaman oldu; şöyle tesadüfen bir kitabı elime alıp sonrasında bırakmayı istememe halini yaşadığım. Bir çırpıda okurdum eskiden sevdiğim kitapları, gece yatarken elime aldığım bir kitabı bitirmek için sabah kadar oturabilirdim. Şimdilerde çok yapamıyorum böyle şeyler. Ya “doğru” kitabı bulamıyorum ya da artık “o” kadar da bol vaktim yok.
Geçen hafta Perşembe günü Alper Canıgüz ismini duyana kadar bu hafta tanıtmayı planladığım kitap başkaydı. Ama Alper Canıgüz’ün ikinci romanı olan “Oğullar ve Rencide Ruhlar”ı elime aldığımda “doğru” kitabı bulduğumu ve dolayısıyla yazımın konusunun bu olduğunu anladım. Kitabı elimden bırakamadım, her boş anımda okuyup iki günde bitirdim:)
Gelelim kitaba:)
Kitap İletişim Yayınları’nın Çağdaş Türkçe Edebiyat dizisinden çıkmış. 204 sayfa. Tek bir tür içine koyamayacağım kitabı. Genel olarak ağırlık polisiye özelliklere kaysa da içerisindeki muazzam mizah öğeleri, kahramanın felsefik düşünme tarzı, az da olsa var olan fantastik öğeler kitabı türler ötesi “özgün” bir roman haline getirmiş. Bu kadar sürükleyici olmasının sebebi de bu türler ötesi tarzdır belki de.
“Beş yaş insanın en olgun çağıdır. Sonra çürüme başlar.” cümlesiyle başlayan roman, 5 yaşındaki kahraman Alper Kamu’nun dilinden anlatılıyor. Alper, çocukluğun verdiği kıvraklıkla her yere girip çıkan, hayata dair derin tespitler yapan “küçük filozof” kıvamında fırlama bir oğlan.
Küçük bir mahallede yaşanan olayların içerisinde buluyor Alper kendini birden (buluyor mu, kendisi mi dalıyor olayların içine orasını kitabı okursanız kendiniz görün:) ). Ortada bir cinayet, birden fazla şüpheli, garip ilişkiler yumağı bir de bu yumağı çözmeye çalışan Alper var. Roman göz göre göre olmasa da oğullar üzerinden ilerliyor, alttan alta oedipus kompleksi ile ilgili mesajlar görüyoruz.
Keyifle, gülümseyerek hatta zaman zaman kahkahalarla okudum ben bu kitabı. Konusu ile ilgili çok fazla bilgi veremiyorum okumak isteyenler olabilir diyerek:)
Kitabın içinden tadımlık birkaç bölümle bitiriyorum yazımı…
öperim gözlerden...
“Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kar. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiç bir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çapta bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı.”
“Kendilerini hep dışarıda bıraktıklarıyla tanımlayan insanlar böyledir. Bir tür uyuşturucu, alttan alta hep var olan sessizliği işitmelerini önleyen bir tür gürültüdür. Kahkaha onlar için. Gülmek, hayatla yüzleşmekten korur onları. Diyeceğim, kafası karışık, kayıp tiplerdi işte. Açıkçası hiç umudum yoktu bunlardan. Birkaç yıl ota boka gülüp ne kadar farklı olduklarını düşünecekler, sonra da “aslında” ne kadar farklı olduklarına inanmayı sürdürerek sefil bir orta sınıf hayatına adım atacaklar”
“Gerçek acı sessizdir, bir huzurevi gibi.”
“Kadınlar istediğini alamadığında sinir olur aldığında ise pişman.”
“İnsan yüreği sarkaç gibiydi işte, istediği noktaya ulaştıktan sonra tüm hızıyla ters tarafa kaymaya başlar…”
**dün bir arkadaşıma alper canıgüz'ü överken, onu tanıdığını öğrendim. hatta "arayıp, çağırayım" dedi liseli çocuklar gibi heyecan yaptım. hamarat diva için yazmıştım bu yazıyı. şimdi tam vaktidir diyerek buraya koyuyorum.
*** bu arada oğullar ve rencide ruhlar'ın devamı geliyor. april yayınlarından, heyecanla bekliyorum:)
tırtıl
10 Haziran 2011 Cuma
güneş
7 Haziran 2011 Salı
hopa, giden günler ve tıklamak için birkaç link
geçen hafta pazartesi yazmışım en son. neler olmadı ki 8 günde.
30 Mayıs 2011 Pazartesi
Yolgeçen Hanı
29 Mayıs 2011 Pazar
dandini dandini dastana
daha önce bu projeden bir ninniyi koymuştum bloga. şimdi devamı gelsin...
27 Mayıs 2011 Cuma
beni de al
25 Mayıs 2011 Çarşamba
Kadınlar Sokağa
Yasaların kadınların yaşamlarının koruması yönde düzenlenmesi için, işten çıkartılan, güvencesiz çalıştırılan, ev içindeki emeğinin karşılığını alamayan kadınlar yani görünmeyen emek ayağa kalkıyor! Bütün kadınlar sosyal güvence istiyor. Emeklerinin, bedenlerinin, kimliklerinin savaşlarla daha fazla sömürülmesine izin vermeyeceklerini söyleyen kadınlar 29 Mayıs Pazar günü saat 12.30’da Kolej kavşağında buluşuyor.
23 Mayıs 2011 Pazartesi
erik
hep güzel bi' şeyler olsun öyle yazayım diye bekliyorum. olmuyor, içimden yazmak gelmiyor benim de...
5 Mayıs 2011 Perşembe
hıdırellez
aslında bu ülkede hıdırellez'e 39 yıl önce gölge düşmüş, hıdır yetişememiş... gitmiş göz göre göre üç fidan. ölümün anlamlısı olur mu bilinnmez ama 39 yıl önce bugün asılan deniz, hüseyin ve yusuf'un avukatları halit çelenk bugün hayatını yitirdi. her yıl mezarının başında andığı denizlerin yanına gitti. bşr arkadaşım şöyle bir şey yazmış bugün üstüne söz söylemeyeyim: "Halit Çelenk Denizlerin yanına göçmüş. 6 Mayıs'ta sarılacakmış onlara. Çok sevmişti onları, çok özlüyordu ama ama saatini kurduğunu bilmiyodum."
3 Mayıs 2011 Salı
aşk örgütlenmektir
biraz gecikmiş bir haber olacak ama yine de duyduk duymadık demeyiiiiiin, bandista'nın yeni albümü çıktı. buradan dinleyebilirsiniz, indirebilirsiniz, dağıtabilirsiniz.
28 Nisan 2011 Perşembe
28.04.2011
"Mia Aioniotita Kai Mia Mera" (Eternity and a Day) from Kiarostami on Vimeo.
bir sürü şey birikiyor yaz(a)maya yaz(a)maya...
baba 3 hafta sonunda yine hiçbir teşhis konulamadan taburcu ediliyor. 3 hafta hastane sıkıntısı çektiğine mi yanalım, ikinci kez aynı süreçten geçip yine bir şey bulunamamasına mı bilemedim.
iş güç aynı yoğunlukta
bahar da gelemedi zaten
daha ne yazayım ki ben!
*video konudan bağımsız. dolayısıyla bu yazacağım da: "belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir."
23 Nisan 2011 Cumartesi
her neyse
21 Nisan 2011 Perşembe
masal
yakında değiştirecekler beni, istemeden
ben mi seçtim ki bu oyunu, kurallarını seveyim?
bir zar atımı diyordu adam, belki de önce onu dinlemeliyim
inan çok zor
bu küçük ellerle dünyaya tutunmak
çok zor, inan çok zor
gölgesi düşerse ruhuma benden önceki her şeyin
perde açılmadan önce kendime gelmeliyim
ben mi diktim ki bu kostümü, neden giyeyim?
hayat başladığı gibi biter
belki de rolümü boşvermeliyim
inan çok zor
bu küçük ellerle dünyaya tutunmak
çok zor, inan çok zor
10 Nisan 2011 Pazar
şüpheli şairin şiiri
8 Nisan 2011 Cuma
öyle
6 Nisan 2011 Çarşamba
mın dît - ben gördüm
if i lay here, if i just lay here...
günün, haftanın hatta son zamanların şarkısı olsun bu... severdik zaten çokça sabah greys anatomy'nin son bölümünü izlerken bir kez daha hatırladık. sevdik çokça yine.
sözlerini de yazayım tam olsun mu? (alınteri değil, sözlükten copy paste:))
we'll do it all
everything
on our own
we don't need
anything
or anyone
if i lay here
if i just lay here
would you lie with me and just forget the world?
i don't quite know
how to say
how i feel
those three words
are said too much
they're not enough
if i lay here
if i just lay here
would you lie with me and just forget the world?
forget what we're told
before we get too old
show me a garden that's bursting into life
let's waste time
chasing cars
around our heads
i need your grace
to remind me
to find my own
if i lay here
if i just lay here
would you lie with me and just forget the world?
forget what we're told
before we get too old
show me a garden that's bursting into life
all that i am
all that i ever was
is here in your perfect eyes, they're all i can see
i don't know where
confused about how as well
just know that these things will never change for us at all
if i lay here
if i just lay here
would you lie with me and just forget the world?
29 Mart 2011 Salı
ada'm
hücredeki adalının rüyası
taş duvar, demir, karyola ve yerlerde sayısız izmaritler,helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
insanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
istediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
arkasında mehmet.
görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
mehmedim utanıyor, kahroluyor.
"askerim ağam n'aparsın" diyor.
aslında o' da tutsak.
ben hücre içinde, o hücre önünde.
günde beş kez büyük başlar bakar içeriye;
yüzlerinde tecessüs.
"çılgın adam, 3-5 kişi ile koskoca karanlıklar
imparatorluğuna kafa tutan adalılar"
ama yine de "çılgın adamın" karşısında
bir eziklik duyuyorlar, o başka,
gündüz, gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
zaman ve mekan özümlenmiş artık.
sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
işık yirmi dört saat yanar.
bir nefes, bir dumandır yoldaşım.
cigaramı her çekişimde duman olur,
uçar giderim, ta uzaklara,
çoğu kere ada'ma giderim,
cigaramın dumanı, beni memleketime;
ada'ma götürür.
kahpe istanbul'un, kahpe bir bölgesinde,
bir evdeyim yoldaşlarımla beraber.
bu ev, yoldaşlık- dostluk-kardeşlik-mertlik-kazanç ve sevgi evidir.
bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki...
ev de değil ada, ada!
satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, adiliğin
ve her çeşit
aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
karanlık denizi'nin ortasında,
güneşi batmayan bir ada.
ben ne şuralıyım, ne buralı,
adalıyım adalı,
ada'm ormanlıktır.
dostluk, yoldaşlık, mertlik ormanı,
bütün ada'mı kaplar.
erdemin güneşi, yirmi dört saat aydınlatır adamı
biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı.
ben adalıyım ey kahpe hücre, ada'lı
doğru ya sen nereden bileceksin ada'mı.
asırlık, feodal,
militarist, hücre.
ya sen, öküze benzemek için kasılan, şişen
haset kurbağa hilkat garibesi bilir misin adamı?
dünya karanlıktır, güneşi batmayan böyle bir ada
yeryüzünde yoktur.
değilmi ki karanlıklar cücesi, zavallı acuze?
ya sen yarasalar şairi, pişkin cacomcho?
değil şiirlerde, masallarda bile böyle bir ada yoktur.
böyle bir ada eşyanın tabiatına aykırıdır.
senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi?
senin dediğin eşyanın değil,
karanlığın tabiatına aykırıdır.
karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler...
yarının türkiyesi'nin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler...
ada'm kalabalıktır hain hücre:
elde mitralyözüyle,
sierra maestra'da, falcon'da, vietnam'da
mozambik'te, angola'da, sina çöllerinde...
özgürlüğün türküsünü söyleyenler.
zulme, kahpeliğe, sömürüye karşı...
dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar
benim evlatlarımdır kahpe hücre.
benim adamın ormanlıklarından aldıkları fideleri,
"birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına
kel dünya, ada'mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor,
güzelleşiyor artık.
iyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni.
seni yerle bir edecek adalılar'ı iyi tanı.
ada'm ve hemşerilerinin çoğu ne halde diye
dudak bükme, orospunun dölü utanç duvarı
evet ada'mı karanlığın suları bastı.
evet, benim gibi birçok adalı çirkef suların altında,
ama boşuna sevinme, ada'm batmaz, yok olmaz
ada'm sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi.
hepsi o kadar.
28 Mart 2011 Pazartesi
bundan istiyorum vol:2
daha önceleri yazdığım şu yazıdaki yüzükten sonra iki tane daha istiyorum. yine de favorim birinci yazıdaki kuşlar. istekler bitmez:)
duyduk duymadık demeyin! yeni blog
bi süredir buraları boşladım evet. ama her an geri dönebilirim. zira yeni bi blogla düzenli yazma hevesim geri gelmiş durumda. bu hevesle birlikte kafamda uçuşanlardan oraya yazamadıklarımı buraya yazarım ben de...
25 Mart 2011 Cuma
çocukluğun soğuk geceleri
dün gece, dalgın karanlık bi saatte, içim daralmışken aldım elime yine bu kitabı. biliyorum aslında öyle ruh hallerinin kitabı olmadığını. iyice karartıyor insanın ruhunu. ne yapsa bilemiyor insan...
23 Mart 2011 Çarşamba
16 Mart 2011 Çarşamba
lullaby in yiddish
taş uykusu
14 Mart 2011 Pazartesi
zor günler
çok özlerim ben onu, şimdiden biliyorum...
8 Mart 2011 Salı
kedik gitti...
26 Şubat 2011 Cumartesi
delidelikafalar
18 Şubat 2011 Cuma
yitirmeden
Yitirmeden anlamaz insan
Sevdiklerin yolun sonunda
Sarıl her fırsatında o insana,
Arkasından ağlayan olma
Geri getirmez çok ağlasan da
Durur, durur belki başucunda
Annen baban kendi çapında
Abin bile kırk yedi yaşında
Ömür, ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış
Güzel günlerimizin bittiğini sanma
Belki bir daha böylesi olmaz
Ama her bi gün güzel aslında
Yakın durmanın zor olduğu ortada
Uzak olmak her zaman en kolay
Ama en zoru yalnız olunca
Uyur… Uyur belki hep yanında
İlk sevgilin kendi solunda
Her hatıra asılı duvarında
Ömür… Ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış
Uyur… Uyur belki hep yanında
İlk sevgilin kendi solunda
Her hatıra asılı duvarında
Ömür… Ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış