31 Aralık 2009 Perşembe

yeni yıl vs.


yeni yıla girmemize 6 saat kadar var. şimdiden çakırkeyif oldum. sadece aldığım alkole bağlı olarak değil, genel olarak da keyfim çok yerinde...

bu keyif halinden dolayı 2009 muhasebesi yapmayacağım zira benim açımdan pek parlak bir sene değildi. gerekli dersler alındı, yola devam...

2010'dan ne beklediğim konusunda mimlendim sevgili arkadaşlarım tarafından. Ve sanırım sadece huzur ve keyif bekliyorum:

-daha huzurlu bir ülke istiyorum mesela, çocukların çocuk olabildiği
-sakin, huzur veren bir ilişki istiyorum
-sevdiğim insanlarla keyifli muhabbetlerin döndüğü büyük sofralar bekliyorum
-dostlarımla daha çok vakit geçirebilmek istiyorum ve mesela bu sene gündemimiz dertler değil de hayat olsa
-sevdiğim işi yapmayı sürdürebilmek, emeklerimizin karşılığını görebilmek istiyorum
-azıcıda daha sistemli olabilmek istiyorum
-maymun iştahlılık yapmadan bir hobi sahibi olabilmek istiyorum

sanırım bu liste böyle uzar gider ama esas istek hep aynı: huzur

hepinize huzurlu, keyifli hatta eğlenceli kısacası cillop bir yıl diliyorum

öbdüm

30 Aralık 2009 Çarşamba

n'olur n'olur n'olur



Zeyno'nun favori şarkılarından biri bu aralar. Arabaya bindiğimiz an 'n'olur'u açalım, sesini çok açalım" demeye başlıyor, kazara başka bişi dinlemeye kalktığımızda çok kararlıysak bir on dk fln bulaşmıyor ama sonra kıyameti kopartıyor. neyse sayesinde o kadar çok dinliyoruz ki bu şarkıyı bizim de favorimiz olmaya başladı.

Sabah kabus etkisiyle kaçık olan keyfimi yerine getirdi birazcık olsun.

aslında iki taraftan mimlendiğim 2010 yazımın 100. yazı olmasını istiyorum. 99. da böyle uyduruk oluversin:)

bir adım atsan bana doğru
görüversen sonra beni
ne hali varsa yalnızlığın
o da bunu görse bari

bir kere olsun nolur nolur
göz göze gelsek senle, sonra
dursa bir anda tüm yalanlar
unutsak neymiş dünya hali

esas söylediğim
bak ben zır deliyim!
ya benimsin ya da ölüsün
budur tek söylediğim

nolur nolur nolur
bu suç belki af bulur
nolur nolur nolur
kendini bana ver

gözden çıkardım yari
yalnız ölmesem bari
nolur nolur nolur
kendini bana ver

29 Aralık 2009 Salı

kabus 3 - gugli gugli gugli be gone


günlerdir saçma sapan uyumama bağlamak istiyorum bu rüyayı. zira pek bi mutlu uyumama rağmen çok mutsuz uyandım... rüya planlandığı gibi deniz kenarında başladı.

şile'de... iki kişiyiz, hava soğuk, üzerimizde polarlar var ama üşütüyo ona rağmen... kumsalda oturuyoruz. fonda uzaktan bi yerde Pink Martini çalıyo. Pek güzel sohbetler muhabbetler... sonra bulutlar gelmeye başlıyo. kara kara bulutlar. ama sohbete devam ediliyo. sonra bir balina yavrusu vuruyor kıyıya. karnında bir yarık var. birşey yapamıyoruz tabi, bakakalmak dışında. kalkıyoruz yavaş yavaş. kaldığımız yere dönmek için sahil boyu yürürken bir sürü balina görüyoruz kıyıda. ben ağlamaya başlıyorum. hızlanıyo adımlar. yağmur yapmaya başlıyor yavaş yavaş. sevmiyorum ıslanmayı, "hızlı gidelim" diyorum. birden dalgalar büyüyor sonra. kumsalın içine doğru gidiyoruz. ama dalgalar da geliyor. koşmaya başlıyoruz. sonra birden çantamdan bir albüm düşüyor. "bitmesindi" denilen anların fotografları var içinde. çantamda olduğunu bile bilmiyorum o albümün. geri dönüyorum, albümü almak için. "dur" diyor "gitme, baksana dalgalar ne kadar büyüdü". "bırakamam ama seviyorum o fotografları, bir tek onlar kaldı geçmişe ait". bağırıyor bana "melisa, o albümü şimdi bırakmazsan geleceğin olmayacak" diye. duraksıyorum, dalgalar yaklasıyor albüme, bir adım atacak oluyorum, tekrar bağırıyor "dur orada, ben alacağım" diyor. "tamam vazgeçtim gitme, gitsin" diyorum. ama dinlemiyor beni. o albüme doğru giderken bir dalga gelip albümü alıyor. kalakalıyor orda. "koş hadi" diye bağırıp ona doğru koşmaya başlıyorum. bakmıyor bile. dnüyor bana doğru, bir adım atıyor sonra, "istemedim albüm kurtulsun ama sen onu istedin" diyor. sonra dev bir dalga geliyor, alıyor onu da. çöküp kalıyorum kumsalda. ağlayamıyorum bile. sonra birden güneş açıyor, dalgalar çekiliyor. fonda yine müzik. uyanıyorum.

gugli gugli gugli be gone...

selametle

*fotograf buradan

28 Aralık 2009 Pazartesi

falling slowly...



bir yandan "once" izleyip, bir yandan da bunları yazıyorum. yaklaşık 6 hafta önce izlemiştim ilk kez. tadı damağımda kalmıştı. şimdi de masal adamı'yla izliyoruz farklı bi şekilde:)

- huzurlu, dingin, pırpırık, masal gibi

- müzikal gibi aslında film. her şarkı ayrı ayrı hayran bırakıyor kendine

- diyaloglar çok az ama var olanlar da vuruyor

- filmin kapağında "How often do you find the right person? " yazıyor mesela... cevabı ise filmin adı. höfff

- -spoiler- iki sahne var hastası olduğum. birincisi süpürgeyle yürüdükleri sahne. ikincisi pil alıp dönerken "if you want me" yi söylediği sahne.

- -spoiler- glen'in marketa'ya sorduğu "eşini seviyor musun" sorusuna marketa'nın verdiği ve çekce olduğu için anlamadığımız cevap "seni seviyorum"

25 Aralık 2009 Cuma

Sarılıp uyumalık bir masal... Ama fasülyeden..

Her şey bir enginarla başladı. Aşağıda okuyacağınız yazı hikaye içerisinde masal özelliği taşımaktadır. Mutluluk vermiştir bana, yüzümde kocaman bir gülümseme bırakmıştır. Pek güzel olmuştur. Devamı da gelsin bence:) Hikayenin kahramanları enginar ile masalcı olsun:)

Gecenin 3’ünde uykusu gelmeyen enginar suratlı kızın artık uyuması gerektiğini idrak etmesiyle başlamış hikaye.
Enginar: güzel bişi anlat bence, uykum gelsin
Masalcı: hmm
Enginar: güzel bişi düşünüp kabussuz uyuyayım
Masalcı: masal anlatasım geldi şimdi, böyle bulutlu, fasulyeli..

Veee masalcı başlamış anlatmaya…
Dev fasulye bulutlara uzanıyor filan.. Böyle olsa mesela.

işte prenses filan vardır kesin yukarıda, biraz yalnızdır o , canı sıkılmaktadır. Aslında kalabalıktır oralar. Eğlencelidir filan ama nedense enginar suratlı misali yüzü yerdedir hep, üzülür bazen.
ne bileyim.. düşüncelidir. sanki birini bekler. güzel düşler kurar,incitmez kimseyi...

bi gün ... fasulyeyi de birisi fark eder ki hikayedeki o fasulye agacı işe yarasın. komşu rüstem emmilerin bahcesinden karpuz çalan genç koşarken birden bu devasa şeyi fark eder, çok da düşünecek zamanı olmadığından tırmanmaya baslar.

and then..

öyle hızlı hızlı tırmanmıştır ki bir de bakmış bulutların üstünde, yumuşacık bulutların üstünde kurulmuş görkemli koccaman bir şato. bahçesinde güzel kuşların öttüğü, aqua parklarında çocuklarn kaydığı... tabi giriş de ücretsiz.. (masal bu ya ücretsiz olacak tabi..)
işte biraz çekingen tavırlarla bahçeden içeri girer, bi de ne görsün; cahit sıtkı tarancı

Enginar: en bi güzzel prenses:)

Masalcı: işte sonra gözlerini ovalar saçmaladıgını fark eder.. tabii ki de prensestir

Enginar: güzel olmasın prenses

Masalcı: güzel güzel, cici mi cici, prenses işte, canısı:) işte görünce dünyası değişir birden gencimizin, birden bulutların üzerinde olmak deyimi neymiş farkına varır.. "demek böyleymiş ha?" der.
prensesimiz de yıllar yılı beklediği delikanlının gözünün ortasına bi tane yumruk ataraktan "nerdesin gerizekalııaaa ağac oldm beklemekten" der.. azcık tiikidir
sonra işte Enginar kızımız saçmalayan gence kötü kötü bakar.

Enginar: tiki olmasındı prenses, çikin olsun tiki olmasın

Masalcı: çirkindi prenses, tiki de değildi bildiğin gothicti

Enginar: üfff öle de olmaz, çikin ama sevimli olsun

Masalcı: pekiydi..çikin ama sevimli mi sevimli idi, gıdısından bal damlıyodu,canımdı benimdi,bi kere öptürseydi ya, keşkeydi

Enginar: prenses sevmişti bence genci

Masalcı: Genç de inanmıştı aşk denilen şeye.. içindeki kıpırtıların büyüklüğünden tedirgin olmuştu.. acaba içinde hırsız mı vardı ki? evet evet kalbini çalmıştı birisi
tanrım.. artık seviyolardı

Enginar: en güzel bişimişti

Masalcı: evetdi.. aman allahımdı, muhafızlar genci farketmişti, ama masalda muhafızlara yer yoktu, gugli gugli gugli go away! idi, ne güzeldi, canımdı, bitanemdi, oha filan idi
çağrışımdı işte o da

sonra bi meyve yeseler güzel olmazdı. çıktılar incir ağacına yediler hamını mamını, düşünce de gördüler ebelerinin ... herekesini, töbe töbeydi

Enginar: töbe allaam

Masalcı: çılgın bi masaldı bu

Enginar: insinler ordan

Masalcı: indiler ordan.. zaten dolmuşcunun tipi bozuktu, bi cafeye girmek istediler, buddha bar olabilir idi, güzel müzikler çalıyodu hiç de fena değildi hani
olaylar kendiliğinden gelişiyo idi, ilk buse gelmişti bile.. kek çoktan yenmişti.

olamazdı, prensesin amcoolu değildi o.. tatsızlık cıkmasa iyiydi, yok canımdı
bazılarımız çok gaddar idi

Enginar: amcoolu nerden çıktı, yok amcoolu

Masalcı: yok canımdı benzetmiş işte, çok mutlulardı, aman allahımdı ne güzeldi, işte hyat denilen şey bu olmalıydı. Bu kısım değişik yerlere temas ettiğinden ötürü yayın kesiliyor idi
reklama geçmeliydiler

Enginar: yetmişti bu mutluluk hali bünyeye

Masalcı: o zaman eve bıraksındı belki de

Enginar: kahve içmez miydi?

Masalcı: içtiydiler, white chocolate mocha with caramel idi

reklamlar

ee kolay değil idi, ne bileyimdi

22 Aralık 2009 Salı

olur mu olur:)

eğer elman düşerse...

uzun zamandır yazmak istiyordum erkin gören'i. ısrarla sevdiğim insanların dinlemelerini istediğimi ve hatta beğenmediklerinde bozulduğumu farkettiğimde artık yazma vakti geldiğini anladım:)

bir yerde iki post aşağıdaki illüstrasyonunu gördüm önce, sonra web sitesine gittim ve böylece sürdü.

bi yandan herkes bilsin istiyorum, bir yandan da kimse bilmesin. böyle hissediyorum sık sık ben. az kişinin bildiği şeyleri bilmekten keyif alıyorum. bilmesin kimse istiyorum. bencilim evet biraz...

uzatmayalım efenim

detaylı bilgi için:)

http://www.erkingoren.com

http://www.kupkaband.com

keyifle dinleyiniz efenim...

öberim..



itiraf

ben şimdi aslında depresif depresif şeyler yazmak hatta mümkünse bir şeyleri kırıp dökmek ve hatta mümkünse kendi kafamı duvarlara vurmak filan istiyorum. alttaki şarkının altına da upuzun nefret dolu şeyler yazmıştım aslında. sonra okudum, kendi kendime bu kadar asabiyete gerek yok dedim, herkesler okuyacak, zayıf gözükmemek lazım dedim sildim. sonra kendi kendime "ne ikiyüzlüsün lan meloş" dedim ve bunu yazmaya karar verdim. önceki nefret dolu yazıyı tekrar yazmıcam tabi zira geçti bile. belki de geçmedi de kendimi kandırıyorum bilemedim. bu ara kendimi pegzel kandırabiliyorum.

öbdüm

20 Aralık 2009 Pazar

bakakalırım

bakakaldım bu fotografa ben. wall paper yaptım hatta. bakıyorum hep...

hissedebiliyor musun bir şeyler?

17 Aralık 2009 Perşembe

gidersen bana da bir dengini yolla...



bir arkadaşım sayesinde tanıştım Jehan'la dün akşam ve o zamandan beri sürekli dinliyorum. sükunet sanırım hissettirdiği tek şey. sessiz sakin dinledim tüm gün. dingin dingin. sonra bir süre sonra şarkı sözleri gelmeye başladı kulağıma. o kadar etkileyici ki.... En çok "neden"i sevdim galiba. O yüzden onun klibini koydum.

"dönüşmeden,
değişmeden gün olmaz
çare bulmaz
soluklanmaz zaman
yenilenmez yalan" diyor:)

Ama bir de "Yoluma Çıkma" var ki alır beni benden.... Sözlerini de yazayım tam olsun...

yoluma çıkma sen desem
canımı yakma sen desem
uzak durup beni
biraz anlar mısın?
içimi yormadan bitsen,
ömrümü çalmadan gitsen,
benim hikayem diyip
susar mısın?

yine yasak suskun günler
konuşmadan gelip geçer
incelmiş bir şarkıda
seni söyler

sonu kayıp yarım izler
görünmeden silinirler
kırılmış bir oyuncak gibi renkler

Jehan Barbur'un web sitesi için buraya buyrunuz.
MySpace sayfası için buyrun buradan yakın.
Mikserdeki Beyin'de Jehan Barbur röportajını okumak içinde buraya gidiniz... (bu arada Mikserdeki Beyin de şapşahane bir dergi, 1 yaşına basmışlar hayırlı olsun. okuyunuz, okutunuz)


Öbdüm...

12 Aralık 2009 Cumartesi

savaşta barışta kapitalizm öldürür..



o kadar çok şey yaşanıyor ki son bir kaç gündür. hepsi boğazda bir düğüm olarak kalıyor. önceki gün, yani 2010'a girmemize günler kala, Emile Zola'nın Germinal'i yazmasının üzerinden 124 yıl geçmişken hala yerin derinliklerinde "can"lar ölüyor. Yazıyoruz, çiziyoruz ama bir süre sonra hemen unutuyoruz. Unutmayalım...

"şimdi gökyüzünde nisan güneşi bütün göz kamaştırıcılığıyla parlıyor, yaşam taşan toprağı ısıtıyordu. topraktan yaşam fışkırıyor, her yerde tomurcuklar ısı özlemi, ışık özlemi içinde çatlıyordu uçsuz bucaksız ovada. doğanın bağrında, taşkın bir özsu çağlıyordu derinden derine. çatlayan tohumların çıtırtısı sürekli bir öpücük sesi gibi yayılıyordu dünyaya. arkadaşlarının kazma sesleri gittikçe daha yakından geliyordu etienne'in kulağına. alev saçan güneşin altında, bu gençlikle dolup taşan bir kara insanlar ordusu bitiyordu yerin altında. oluşan bir tohum gibi. bir gün filizlenince toprağı çatlatacak bu tohum; bir gün... gelecek yüzyılda." (Emile Zola)

yerin derinliklerinden geldiler
ellerinde susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle
ne kadar diplere bastırılsa
o kadar boğulmak bilmez yankısıyla yüreklerinin
ağır ağır geldiler...
sonra hergün geldiler artarak geldiler
kadınları çocukları ve alkışlarıyla
yoğurt mayalar gibi geldiler
pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi
su gibi ateş gibi
her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına
yeni yollarla tanıştı ayakları
her gün yeni kabuklar çatladı
yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini
bir kent oldular sonunda
ve adını değiştirdiler ülkenin

Maden Mühendisleri Odası'nın konu ile ilgili yaptığı açıklama için buraya

Dev.Maden-Sen'in açıklaması için buraya

9 Aralık 2009 Çarşamba

kabus



aslında sadece günün şarkısı olarak koyacaktım klibini. sonra youtube'da gezinirken bu klibe rastladım. sonra bu sabah gördüğüm kabusu hatırladım. sabah biraz saçma bi şekilde uyandığımdan çıkıp gitmiş aklımdan. oyda ki su son 4 aydır kabuslarla sıkı fıkı olduğumdan unutmuyordum hiçbirini (hatta itiraf ediyorum, çok çılgınları yazıyorum bir yerlere).

çok ilginç ama nerdeyse bu kliple aynıydı rüyam. tek farkı tek bir gökdelen var ben gökdelenin ortalarında camın kenarında oturuyorum. sadece karşıyı görebiliyorum, aşağıya ya da yukarıya bakamıyorum. yukarıdan sürekli insanlar düşüyor. o insanların yüzlerini görebilmek için saniyelerim var. o kadar stres oluyorum ki geçenleri tanımaya çalışırken. aşağıdan bağırışlar geliyor. ama kimseyi göremiyorum. herhangi bir gelişme olamadan uyandım. kalktığımda boynumdaki damarlar ağrıyordu yine...

uyku sapıtmacalarım yoluna giriyor yavaş yavaş. hatta hafiften bir uyku düzeni oturtmaya bile başladım. sabah 6'da uyansam da en azından 5-6 saat deliksiz uyuyorum son 5 gündür. Ancak kabuslar bitmiyor. Kafam ağrıyo bazen uyandığımda, çenem ve boyun kaslarım zaten hep ağrıyor. Geçsin artık istiyorum...

7 Aralık 2009 Pazartesi

sessizlik

Boğazımda bir yumru var bugün. Sessizliğin getirdiği yumru... "Neden böyleyim?" sorusuna verilemeyen yanıtların getirdiği yumru. "Neden sessizim herkes gibi, neden susuyorum içimde çığlıklar varken?"

Dün Alexis'in polis tarafından katledilişin birinci yılında Yunan halkı yine sokaklardaydı. Ve yine dün bir insan daha öldürüldü Diyarbakır'da "Aydın Erdem" 23 yaşında. Haberlerde sadece " 1 gösterici hayatını kaybetti" anonsuyla geçiştiriliyor. Geçiyor mu peki? Geçmiyor!

Bugün bir haber daha geldi. Yaklaşık 1 ay önce belediye otobüsüne atılan bir molotof kokteyli yüzünden yanan 17 yaşındaki Serap Eser öldü. Yumru büyüdü, büyüdü... Gitmeyecek bir hale geldi.

Sözlükte gezinirken Rozerin Aksu için yazılanları okudum.

Yumru gözyaşı oldu...

çocuk ama onlar, çocuk...

6 Aralık 2009 Pazar

Kardeşimsin Alexis

Geçen sene bu tarihte 16 yaşında polis kurşunuyla katledildi Alexis Yunanistan'da. ve bir halk ayaklandı, çocuğuna sahip çıktı. öfkesiyle yaktı, yıktı her yanı. İsyan etti, haykırdı. Ve bizim gibi "umudu olanlar"a hatırlattı nasıl siyan edileceğini. Utandırdı Ceylan için, Uğur için, Rozerin için isyan edemeyen bizleri...

Cenazesinde dağıtılan mektupta şunlar yazıyordu:

"unuttunuz
bizi desteklemenizi bekliyorduk,
bir defa da olsa,sizin bizi gururlandırmanızı bekliyorduk
boşuna
yalancı hayat yaşıyorsunuz,boynunuzu eğdiniz,
donunuzu indirdiniz ve öleceğiniz günü bekliyorsunuz
hayaliniz yok,sevdalanmıyorsunuz,
yaratmıyorsunuz
yalnız satıp alıyorsunuz.
her yerde maddiyat
sevgi hiçbir yerde-hiçbiryerde gerçek
anababalar nerede? sanatçılar nerede?
neden dışarı çıkıp bizi korumuyorlar?
bizi öldürüyorlar
yardim edin

çocuklar"

Gecen yıl 7 Aralık ve sonrasında izlediklerim ise şu şiiri hatırlattı bana hep:

haykır acını ey halk, baş eğme haykır
bir yol kavşağındasın ve ancak
yaraların, haykırışlarla onarılır
bir yol kavşağındasın ve senin
değişmek için çırpınıyor kaderin
kuşan alnında biriken o kara teri
sırtında şakırdayan kırbacı kopar
soluk al, ışıldat o mazlum yüreğini
bak; korlaştı acıların, kozalandı
ey halk, parçala şu nankör suskunluğunu
baş kaldır artık
sevginin ve öfkenin uğultusunu
bağrına vura vura taşırken sana
karşılık gözetmiyor o gencecik insanlar
ne barbarın tehdidi, ne dişleri kıran elektrik
dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir
bu direniş senin için ey halk
bu çığlık senin kollarınla
yıkılsın şu köhne dünya
ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı
bir yol kavşağındasın fakat
mutlaka değişecek kaderin
bunu bekliyor şu ıslak çukurlarda yürüyen şu yoksul çocuk
bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar
bunu bekliyorzincirin oyduğu bilek
bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan
bunun için en gençlerimizi ölümle tanıştırdık
kuşan kendini artık,
biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla
ey halk, haykır acını; bu kara dumanı dağıt

nihat behram...

Katledilişinin 1. yılında Kardeşimsin Alexis....


1 Aralık 2009 Salı

bir tatlı huzur



akordeon sesini severim. her an ve her koşulda huzur verebiliyor bana. aslında küçüklüğümden beri severim ama bundan bir süre önce o sese duygusal anlamlar da yükledikten sonra ayrı bir yer oldu kalbimde:D ankara'da yaşarken ben daha başkaydı tabi her şey. bazı haftasonları akordeoncu geçerdi kapıdan. saçma sapan bir gülümsemeyle kalırdım. "benim için gelen akordeoncu"ydu o çünkü:) burada hemen hemen her pazar oturduğum sokağa bir akordeoncu geliyor. uzun uzun çalıyor, huzur verip gidiyor, sadece huzur:)