31 Ocak 2010 Pazar

mazeret

yazamıyorum ne zamandır ben, yazmak istiyorum, aklımda bir sürü şey oluyor yazacak ama yazamıyorum. bilgisayarın başına oturunca gidiveriyor her şey birden. kendi kendime vakit geçiresim, tak başıma bir şeyler yapasım var bu ara; kendimi dinleyesim kısacası.

sabah kalktım. önce hava güzel gibiydi. çıkmaya niyetlendim. sonra baktım yağacak gibi. "hastasın zaten, otur oturduğun yerde" dedim. sonra yine karar değiştirdim. kalktım giyindim kuzguncuk'a gitmek üzere yola çıktım. yolda bi arkadaşımı aradım çok uzun zamandır görmediğim "gel, tost yiyelim, çay içelim" dedim. "peki" dedi şaşırdım. çınaraltı'nda oturduk, beyaz peynirli domatesli tostlarımızı yedik. konuştuk bıdır bıdır. görüşmediğimiz uzun zamanda evlenmek üzere olduğu kız arkadaşından ayrılmış, iş değiştirmiş, ciddi bi hastalık geçirmiş. ne kadar uzaklaşıyorum yakın olmam gereken insanlardan diye düşündüm. bana hep huzur veren bu adamla neden bu kadar mesafe koymuşum araya bilemedim. düşündüm hep dönüş yolunda eski arkadaşlarımı...

aramalı arada bir arkadaşları, boşlamamalı.



ps: çok dinlerdik eskiden bu şarkıyı beraber. yine dinleyelim

27 Ocak 2010 Çarşamba

eski

garip hissiyatlar... kar yağıyor yine. az önce perdeyi açıp, ışığı kapatıp uzandım yatağa. karşıdaki binadaki turuncu avizeye baktığımda kar tanelerini görebiliyordum. gözlerimi kapattım. geçmiş geldi gözümün önüne. pek gitmiyor bu ara zaten.

sokullu'da hacı emmi'nin evindeyiz. pek mutlu olduğum dönemler. kar o zaman daha bir heyecanlandırıyor benim. artık biraz burkuyor içimi. yatağım camın kenarında. başımın ucunda kalörifer. ev en üst katta. yatınca sadece gökyüzü gözüküyor. yine "kar yağacak" diye bağırıyor haberler. heyecanla bekliyorum ben de. uyuyoruz. hatta hastayım ben galiba. gece bi ara uyanıyorum. gökyüzüne bakıyorum. ne gözlüğüm ne lensim var gözümde ama kızıl gökyüzünde süzülen bir şeyler olduğunu görebiliyorum. huzur huzur bakıyorum. zaten huzursuz olacak bi durum da yoktu o zamanlarda. garip...

şimdi turuncu avizeye bakıp özledim.

Maldoror'un Şarkıları

Comte de Lautréamont'un 22 yaşında yazdığı kitap. zaten çok değil 24 yaşında da gencecikken ölüyor yazar. Gece Yayınları'ndan basılan 500 değerli kopyadan biri bende. Çok uzun zaman önce okumuştum bu kitabı ben. Dün gece rüyamda posta kutusunda bu kitabı buluyordum. İlk sayfasında "tekrar okumalısın, farklı tatlar alacaksın" yazıyordu. Derin bir kitap, tekrar okuyacak gücüm yok şu sıralar ama kitaptan alıntılarım vardı alıntı defterimde. Onlardan bir kısmını yazayım da tarihe not düşülmüş olsun.

- Ah! öyleyse nedir iyi ve kötü? Güçsüzlüğümüzü ve en saçma yollardan bile olsa sonsuzluğa ulaşma tutkumuzu, öfkeyle dile getirdiğimiz araçlar mıdırlar, tek ve aynı şey midirler? Yoksa birbirlerinden farklı iki şey midirler?

- Ey sen, suçun kutsallığını kutsayan bu sayfaya adını yazmak istemediğim, biliyorumki evren kadar uçsuz bucaksızdır bağışlaman.
Ama ben hala varım!

- Yolunda gecikmiş yolcunun vay haline!

- Yüreğinin içini ve dalaverelerini ortaya çıkartarak aslında kendisinin çokça kötülük ve yasacıların korumakta güçlük çektikleri azıcık iyilikten oluştuğunu birdenbire öğrettim ona. Ona yeni bir şey öğretmeyen ben, sonsuz bir utanç duymasını isterdim acı gerçeklerim karşısında, ne var ki, bu dileğin gerçekleşmesi uygun düşmezdi doğanın yasalarına...

- Evet, bir insan varlığı uğruna yaşamını vermek ve böylece bütün insanların kötü olmadığı umudunu korumak hala güzel bir şey, madem ki acı sevgimin kuşkucu tiksintilerini zorla kendi üzerine çekmeyi beceren biri var aralarında...

24 Ocak 2010 Pazar

ağaç




kar yağıyor. hem de çok kar yağıyor, ankara'yı özletmeyecek kadar çok. tüm perdeleri açtım. elmalı limonlu ıhlamurumu yaptım. biraz keyiften sonra çalışmaya başlıyorum.

güzel bir hafta olsun, güzel haberler alayım biraz.

18 Ocak 2010 Pazartesi

İki video

bu birincisi... 19 Ocak'ta, onu öldürdükleri yerde olacağız biz. çünkü vicdanı adalet temizler ve biz adalet istiyoruz.

19 Ocak'ta, onu öldürdükleri yerde... from ümit kıvanç on Vimeo.



bu da ikinci video. Hrant Dink davasının seyrini hatırlamak için.

Hrant için Adalet için



Yarın saat 14.30'da orada olacağız. Ses vermek için, arkadaşımız için...

19 OCAK'TA HRANT İÇİN ADALET İÇİN

Hrant Dink katledileli üç yıl oldu ve onu öldürtenler hâlâ elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Ayak işlerini gördürdükleri üç-beş adamı mahkemenin önüne attılar. Görevlilerinin doğru dürüst soruşturulmasını önlemek için devlet valisiyle, komutanıyla, siyasetçisiyle, yargıcı ve savcısıyla seferber oldu. Attıkları manşetlerle cinayete zemin hazırlayanlar, pişman olacakları yerde pişkin pişkin görevlerini sürdürdü. Cinayete yol açan veya göz yumanlar, katilleri yetiştiren, onlara resmî görevler verenler, katili bayrağın önüne koyup kahramanlık görüntüleri çeken ve dağıtanlar... Hepsi korundu, kollandı ve hepsi hâlâ devlet görevlisi.

Hrant için adaleti çok gören devlet onlara yeni rütbeler, terfiler bile verebilir.

Bütün bunlara bakarak soralım:

Hrant'ın katili kimdir?

Ve cevap verelim:

Hrant'ı kollektif bir "resmî" irade öldürdü.

Bu iradenin sahipleri gaddar, korkak ve hilebazdır. Ortaya çıkamaz, kendilerini gösteremezler. Derin devletin dehlizlerinde ele geçirilen "Kafes" planını hatırlayın. Hrant'ın katledilmesinden "operasyon" diye söz edildiğini hatırlayın.

Onlar bizi de, Hrant'ın arkadaşlarını, sevenlerini, adalet arayanları da kendi karanlıklarına çekmeye çalışıyorlar. Mahkemelerin tozlu dosyaları arasında tıknefes olalım, duruşmalara gidip gelmekten usanalım, adalet aramaktan umudu keselim istiyorlar. Kesmeyeceğiz. Kesemeyiz.

Çünkü Hrant Dink cinayetinin arkasındaki "devlet eli" tereddüde yer vermeyecek şekilde yargı önüne çıkarılmadıkça, katillere yardım eden, göz yuman, raporları hasıraltı eden, katile kahraman muamelesi yapan polis amirlerinden, jandarma komutanlarından, valilerden, soruşturmaları engelleyen yargı üyelerinden hesap sorulmadıkça, hiçbirimizin geleceğinin güvence altında olmadığını biliyoruz.

Hrant bize her şeyden önce onurlu bir kardeşlik ideali bıraktı.

Onurlu ve güvenli bir kardeşlik için,
Hrant için adalet için,
19 Ocak'ta onun öldürüldüğü yerde buluşacağız.

Adaletin, kardeşliğin hüküm sürdüğü,
onurlu bir hayat istiyorsanız bizimle olun.

19 OCAK'TA HRANT İÇİN ADALET İÇİN

14 : 30 - Agos Gazetesi önü

13 Ocak 2010 Çarşamba

pazar hayali

Bilen bilir Ece Temelkuran'ı çok severim ben. Pazar günü okumamıştım yazısını. Tam da dün "gitsem" derken, bugün bu yazıyı okudum. Tam da bu istediğim "pazar hayali" gerçek olsun!



"Hava bir tuhaf. Hayal kurmaya yönelik bir tutum var havada. Kaçmaya müsait bir bulutluluk.
Bir balkon olsa şimdi. Kimsenin seni tanımadığı bir şehirde. Kahvenin içine konyak kendiliğinden düşse, kocaman bir hırkanın içinde olsan şimdi sen. Bir şeyi terk etmiş olsan. Mesela bir şehri. Mesela kendini, yüzünü filan mesela. Sadece otelin kat görevlisi bilse ismini, sadece tesadüfen. İsminin yanlış telaffuz edildiği bir şehir olsa bu, sen de artık başka bir isme sahip olsan.

Biri gelse...
Üstünde kocaman kocaman giysiler olsa, kocaman bir kazak, kocaman bir pantolon, kocaman çoraplar, iç organlarına kadar ısınmış olsan. İçeride televizyonun sesi açık olsa ve çok güzel müzikler vardır ya, hani günün üzerinde bir buğu yaratan, hayatı photoshop’layan müzikler, onlardan biri çalsa. Bir kitap okuyor olsan. Şöyle kocaman bir şey. Çalışıyor olsan hatta, altını çize çize. Bir şey öğreniyor olsan kitaptan. Koltuk tam sana göre olsa oturduğun, sehpa öyle. Sen tam kendine göre olsan. Bir papatya kadar dengeli.
Tam sen kitabı bitirdiğinde, gözlerin ağrıdığında biraz, kapı çalsa. Uzun zamandır görmediğin, artık aramaya da utandığın biri, seni hiç utandırmadan kapıda dursa. Çok eski bir dost olsa bu. O kadar eski olsa ki arada geçen zamanda ne olup bittiğini konuşmadan sohbet edebilsen. Gülsen gülsen..."

devamı için buraya efenim:)

12 Ocak 2010 Salı

so let go...

uzun zamandır yazmıyorum, aklımda sürekli bir şeyler var yazmak için ama bir türlü oturamıyorum yazmaya, oturduğumda ise aklımdaki her şey uçuyor.

bir yanım kıpır kıpır, içim pırpırık; diğer yanımda tarif edemediğim garip bir hal. "geçer herhalde" diyor ve de bekliyorum. pırpırık hal kalsın, garip hal gitsin:)

içimi her defasında kıpırdatan şarkı gelsin o zaman:



Garden State soundtrack'ini dinliyorum uzun zamandır sık sık. pek keyifli genel olarak. insanda "kalkıp gitme" hissiyatı uyandırıyor. Filmde de aynı hissiyat var ya da bana öyle hissettiriyor bilemedim. Gidilsin bir yerlere, değişik ve de güzel bir şeyler olsun.

5 Ocak 2010 Salı

efkar

yazasım yok ki hiç. böyle bir boşluğa düştüm bir anda. aslında kafamdan bir sürü soru geçiyor. bir sürü soru cevapları bulunamayan, hayalkırıklıkları vs.

korkma sevgili okuyucu depdepresif hallerime geri dönmüyorum. sorularım yanıt bulana kadar kafamı başka bir şeylere veremeyeceğim sadece...

öbmüyorum bu sefer...

bunu dinleyiniz

2 Ocak 2010 Cumartesi

iki dil bir bavul



bir şeyler yazmadan geçmek istemedim. boğazımda bir yumru kaldı film bittikten sonra. zilkif ve rojda rüyalarıma girecekler. olur olmaz şeylerden şikayetlenirken beni dürtecekler.

filme gelince fazlasıyla gerçekti belki de budur etkileyen. arkada esneyen zilkif gerçekti, "tuvalete gidebilir miyim?" demek için 3dk uğraşan rojda gerçekti, el ele tutuşun dendiğinde birbirlerine şaşkın şaşkın bakan tüm çocuklar gerçekti. emre aydın gerçekti, fazla gerçekti hatta.

anadilde eğitimin önemini anlayabilmek için, kürt sorununun temelini bir nebze olsun anlayabilmek için, oradaki hayatın çok küçük bir kısmını da olsa görebilmek için izlenmeli bence mutlaka